Bugun...


Gülsen Feroglu

facebook-paylas
Efrîn; öyleyken dahi senin değildi
Tarih: 29-03-2018 23:44:00 Güncelleme: 29-03-2018 23:44:00


 

Dakılâ mın; söylenmiş, söylenmemiş her şeyi, belki kimsenin okumayacağı bu satırları da anlamsız
kılan; tek farkın üzerine örtülen bayraklardaki renklerin olduğu sıra sıra dizili tabutların bahar
sessizliği; çoktan kaybedilen doğruları da yanına katıp götürürken, artık “ ne dökecek yaprağımız,
ne patlayacak tomurcuğumuz kaldı.....”
Hâlbuki, hani biz yetiştiğimizde gözyaşları dinecek Ey vatan da; hani savaş da “bize gurbet”; gurbet
de vatan değil de, bildiğimiz gurbet olacaktı.
Konuştuğun dili herkesin konuştuğunu, herkesin “ya Hz. Ali, yetiş ya Hızır”ı çağırdığını, “saçın
uzun, aklın kısa“ olmadığını sanırken “aaaA...Türkçe konuşana”, “mum söndürüyor muşsunuz“ , “
kızsın sen, ulu orta gülme, dolanma yanlış anlarlar” tacizinde; çirkin ördek muamelesine tabii
tutulduğun evinde, mahallende, okulunda, kalabalıklarda öyle yalnızsındır ki, işte o günlerde
anlarsınız; gurbet denilenin mahal değil de, bir hal olduğunu.
O günlerde ne Osmanlı İmparatorluğunu, ne Şeyh Bedrettin, Ermeni tehcirini, ne Ağrı, Şeyh Sait,
Dersim isyanlarını duymuş; ne de mezhep, köken, devrim, başbakan astırmış darbenin anlamını
bilmektesinizdir.
Bilmediğiniz bir şeyde; ötekileştirmeyi , katliamları; ..., Maraş,..., Çorum, ..., Roboski ’yle, tehciri;
Kürt köylerini boşaltarak, faili meçhul cinayetleri; onca Vedat Aydın, Savaş Buldanı katlettirterek,
darbeleri Denizlere , Erdal Eren’e darağaçları kurdurtarak sürekli kılan; yalnızca tarih kitaplarından
okumanıza rıza göstermeyeceği geçmişe, acılarına hep “deja vu” yaptırtan bipolar bozukluğa sahip
bir devletinizin olduğudur.
“Deja vu” hep yaşatıldığından; sorgulanamayan geçmiş, gelecek ve siz, iç içe yıllanırken, bir
bakarsınız ki teknolojik, bilimsel devrimin belki de istenmeyen getirisi küreselleşen dünyanın
demokrasiyi, özgür bireyi, farklıyı önemseyen anlayışı, devletinizi de etkileyivermiş.
İşte o gün; siyasetçilerin ağzından dökülen “ileri demokrasi”, “Kürt realitesi...”, “Alevi açılımı”,
“Ermeniler.....”, “çözüm süreci” içerikli kelimelerin; yıllardır hayatı zindan etmiş ötekileştirmeyi,
OHAL’leri durdurmakla kalmayıp; sadece 1992 yılında Nusaybin’de 16, Cizre’de 57 yurttaşın
hayatını yitirdiği Newroz’u, 1977 yılında 34 kişinin katledildiği 1 Mayıs’ı, 8 Mart Dünya Kadınlar
Gününü kutlattırdığını da göreceksinizdir.
İşte o gün; Türkiye yıllar, yıllar önce “çözüm sürecine” odaklansaydı; onlarca 5 yaşındaki Hatice
Katar, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, onlarca asker, gerilla, sivil hayatından
edilmeyecek; babasını savaşta yitiren onlarca Yağız Bulut, Reyhan Şahin’e, 6 aylıkken annesi bir
tabutu göstererek “bak, bu senin baban” demeyecekti diye düşünmeden de edemezsiniz.
Acaba dersiniz... acaba... kendini Tanrının yeryüzü temsilcisi gören onlarca otoriter ...., II.
Abdülhamid ...., Şah Rıza Pehlevi, ..., ..., Kenan Evren..., Kaddafi, Zeynel Bin Ali, ..., ,Saddam’ın
yerine Ortadoğu’daki ülkeleri Abraham Lincoln, Churchill, Gandhi, Mandela yönetseydi katliam,
acı yüklü geçmiş yine de tekrarlanır mıydı?
Lakin dünde kibre, güç gösterisine feda edilmiş “çözüm süreci” göstermiştir ki, ne göz önündeki
savaş mağduru hayatlar, enkaz şehirler, köyler ne de 1984-2018 arasındaki savaşta çoğunluğu Kürt
100 bini aşkın insanın yitirilmesi; asırlar boyunca her olguda; aşkta bile “ölelim, öldürelim “
düsturuyla hareket ederek “kana, kan” isteyen bu topraklara yetmemiştir.
Bu toprağın insanına o binlerin yanı başlarında ölmesi, yakını olması da yetmemiştir zira o noktada
da “ hemen barış” deneceğine “.... bizi de bombalayın yeter ki o pislikler gebersin”li intikam histerisi
ağır basmıştır.

2

İşte savaşın olmayan ahlakını sözde de olsa koruması beklenen bir devletin kaldıysa şefkatine,
halkların kardeşliğine darbe vuracağından yayınlamaktan çekineceği “bugün Afrin’de .... terörist
etkisiz hale getirildi” muştulu bülteni, TSK’nın her gün yayınlaması da... herkes gibi; savaşın
sürmesinin aklı örten intikamı duygusunu azdıran şehitlerin varlığına dayandığı gerçeğini
bilmesindendir.
Adı, hikayeleri bilinmeyen ama birinin evladı, birin sevgilisi, birinin babası olan bir askerin, bir
gerillanın bu dünyadan koparıldığını “ Afrin’de..... terörist....“ , “YPG-YPJ ; TSK ve ÖSO ‘dan
çeteci 31 ......... öldürüldü”yle müjdelemek kime, hele de bir devlete ne kazandırır ki.
Üstüne can pazarı bir sipere atılan bir füze, bomba, havan, bir kurşunla bedenleri delil deşik
edilmeden az önce belki cep telefonundaki evladının, yavuklusunun resmini “bak bu benim...” le
gösteren bir askerin; belki “Heval, şimdi bizim orada ot toplama zamanıdır, annem de hêlige, gulık
çorbasını ...” diyen bir gerillanın öldürülmesinin Instagramda, Facebookta, Twitter’da coşkuyla
paylaşılması; ötesi bilim yuvasında “Afrin lokumu” dağıtılması; insanların nasıl canavarlaştığının
ispatından başka nedir ki.
Etrafı hilal gibi sarmış bu canavar savaş çığırtkanları; silah satan devletlerin son dakika geçmeyeceği
3768 terörist, 2000 çetecinin öldürülmesinden “....işgalci T.C’nin çakalları”, “ ... o.ç.larııııı PKK ”
sövgülerinden de tatmin olamayıp daha... daha... daha insanın ölümünü istediklerini gizlemeyecek
kadar da masum; alicenaptırlar.
Hele de o savaş çığırtkanlarının sanki savaş adalet, hak hukuk tanıyan bir olaymışçasına “alçaklar,
tuzak kurmuşlar” , “ yağmacılar” sızlanmaları yok mu? İronin dibidir, dibii.. zira düşmana zayiat için
pusu kurdurtacak, yollara, binalara EYP, mayın döşetecek, İHA’yla insan avlatacak, IŞİD’den
farksızlığın kanıtı “HDP’li bak, ikinci Kawa heykeli de yıkılıyor” tahrikli manşet attırtacak savaş;
tam da budur; vicdansızlıkta, ahlaksızlıkta, kötülükte sınır tanımamaktır.
Peki savaşın zengin ettiği, daha da edeceği petrol, silah, gıda, giyim, ..., .., şirketleri neyse de,
savaşın maliyetini zamla, yoksullukla ödeyecek milyonları hayat yerine şehit düşmeyi “en güzel şey”
niteletecek kadar öldürmeye, savaşa sevdaya iten nedir? “ 30 bin SDG’li teröristten kuracakları sınır
koruma gücüyle ülkemize saldırıp, Suriye, Irak gibi bölecekler”, “ Yunanlıların hep adalarda gözü
vardı”lı tonlarca gerekçe; tonlarca düşman karşısında; Türk devletine, bize savaşmaktan başka yol
bırakmadılar ki argümanlarıyla, bireyler vatanı, ailesini koruyacağına inandıkları savaşa, insan
öldürmeye razı olurlar.
Böylece bireyler tıpkı savaşa neden yaratma uzmanı onlarca ..., Hitler’in, ..., Mussolini’nin, ....,
Miloşeviç’in , Saddam’ın diktatörlüğünde “vatanı, fikri, dini uğruna gözünü kırpmadan ölüme
gidiyorlar”la Stockholm sendromuna kelepçelenenler gibi, savaşı düğünle eş algılayacaklardır.

Bu sayede de bazen vatan, bazen din, bazen ideoloji uğruna hiçleştirilen yaşamın karşısına onurlu bir
duruş gibi konulan ölümün, “tek millet, tek devlet, tek..., tek.... ” tekçi faşizmin yoldaşı militarizmin
rehinesi yapılmış bireyler, isteyerek ölmeye, öldürmeye yelken açarlar.
Sonrası mı? Zaten her Türk asker de doğduğundan ordusunun emrinde; faşizmin de kucağında;
savaşta hayatından edilenlerin geride bıraktığı bir annenin, babanın, bir eşin, evladın,..., ..., da onunla
birlikte gömüldüğünü, asıl kurbanınsa kendisi, hayat olduğunu fark edemeyecek kadar gözü bağlı
oturacaklardır.
İşte o oturulan yerden, onlarca asker Talha Çalışkan (22)‘nın; onlarca gerilla YPG’li (Başûr Soran)
Mihemed Hadi’nin ölümü “vatan sağ olsun”, ”Şehîd namirin” la kutsanıyor diye o evlere düşen
ateş söndü mü sanılıyor?

3

Oysa duymuyorsunuz...onlarca göz size bakarken, bakmasını istediğiniz ama bir daha asla size
bakmayacak evladınız, kardeşiniz, eşiniz..., ..., öldürülmüşken, dile düşemeyen “bütün dünya Afrin,
Münbiç sizin, benim olsa ne olur, ne değişir” fısıltılı kalbin sesini, bağrınıza, evinize şivan
düşmediğinden duymuyorsunuz.
Hevalım! şimdi insan bazen Hz.İsa’nın “vazgeçtiğin topraklar senindir” dediği gibi sahibi olduğu
bir şeyden toprağından, evinden, ailesinden daha fazla yara almasın ya da yaralanmayayım diye
vazgeçebilir değil mi? Onun içinde “Afrin’i fethettim, benim“ denilen ân’da; esaretinde; öyleyken
dahi bir zamanlar IŞİD’in Kobanê’si gibi, Efrîn’de hiç “benim” diyenin değildi.
Savaşın tozu, dumana katan hüznü karartmışken ortalığı, “mutlu son”un artık ve yalnızca masallara
aitliğini unutan herkeste; saat gece yarısını vurmadan camdan ayakkabısını merdivenlerde
bırakarak kaçmak zorunda kaldığından, saraydaki görkemli balonun tadını çıkaramamış külkedisi
modundayken; söylesenize sizin gurbetiniz neresi?



Bu yazı 10955 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI