Bugun...



Türkiye Kürt bölgelerinde neden yangın çıkarıyor?/ Meghan Bodette

Türk ordusu Türkiye sınırlarının içinde ve dışındaki Kürt bölgelerinde doğal yaşamı, tarımsal alanları ve sivillerin can ve mal güvenliğini tehdit eden yangınlar çıkarmaya devam ediyor.

facebook-paylas
Tarih: 28-08-2018 02:27

Türkiye Kürt bölgelerinde neden yangın çıkarıyor?/  Meghan Bodette

Türkiye Kürt bölgelerinde neden yangın çıkarıyor?

 Meghan Bodette

 

Türk ordusu Türkiye sınırlarının içinde ve dışındaki Kürt bölgelerinde doğal yaşamı, tarımsal alanları ve sivillerin can ve mal güvenliğini tehdit eden yangınlar çıkarmaya

Yangının Anlattıkları 

Özgür Erdoğan

Özellikle son iki ay içerisinde, Kürdistan coğrafyasında ardı ardına yangınlar patlak veriyor. Yangınların bilhassa Kürt Özgürlük Hareketi’nin ağırlıklı olarak faaliyet yürüttüğü Amed, Dersim ve Şirnex’te yoğunlaşması ise, akıllara 90’lı yılları getiriyor. Her ne kadar “yakıp yıkma”, dünya üzerindeki devletlerin “imha” politikalarından biri olsa da, bu yıllarda T.C devleti belirgin bir strateji olarak, köy boşaltmalarla bu yönteme sık sık başvurmuş, bu coğrafyada yaşamını sürdüren tüm canlı hayatını hedefleyen birçok kundaklamaya imza atmıştır.

Tarihin Not Düştükleri

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, devletlerin “imha” ve “koşulsuz itaat” için ormanları ve köyleri yakması bir strateji olarak görülür. T.C devleti, kurulduğu ilk günden bu yana bu savaş taktiğini özellikle Kürtler üzerinde defalarca kullanmıştır. T.C tarihinde, böylesi bir “politik orman yangını vakası” ilk olarak 1925’de Şeyh Sait İsyanı sırasında yaşanmıştır. Aynı yıl onaylanan Şark Islahat Planı çerçevesinde isyanı bastırmaya çalışan devlet, birçok saldırı gerçekleştirmiş, bununla kalmayıp ormanlık alanlara ve dağ köylerine sığınan isyancıları “temizlemek” için ormanları ve köyleri ateşe vermiştir. Birçok mağara tahrip edilmiş, tarlalar kullanılamaz hale getirilmiş ve evcil hayvanlara ya askerin “et” ihtiyacını karşılamak için el konulmuş ya da keyfi olarak öldürülmüştür. Tabii ki “yangın”, isyanın bastırılması ve isyancıların katledilmesi ile durmamıştır. 20’li yıllardan 30’lu yılların sonuna kadar devam etmiştir bu katliamlar. 1938 yılına gelindiğinde, tüm Kürdistan’ı saran ateş, Dersim Katliamı’nın kolaylaştırıcılarından biri haline gelmiştir. Katliam sırasında birçok orman bombalanarak ya da doğrudan ateşe verilerek yakılmış, yine birçok mağara ateş çemberine alınarak buraya gizlenen isyancılar, dışarıya çıkmaya zorlanmıştır. Yine tarlalar yakılmış, hayvanlara el konulmuş ya da öldürülmüştür. Bu süreçte kaç ağaç yandı, kaç köy boşaltıldı, kaç dönüm toprak küle döndü bilmiyoruz ama 17 günlük süre içerisinde 7594 kişinin ölü ya da diri ele geçirildiğini düşünürsek, yaşamın bütünü için ne denli dehşet verici bir katliamla karşı karşıya kaldığımızı anlayabiliriz.

Benzeri yangınlar, irili ufaklı da olsa 80’li yıllara kadar devam etti. 1987 yılında çıkarılan ve Şark Islahat Planı’nın bir çeşit devamı olan Olağanüstü Hal (OHAL) yasası ile beraber yangınlar, daha sistematik ve daha kıyıcı olarak devam etmiştir. Köy boşaltmalar, orman yangınları, bombalamalar; dönemin karanlık atmosferinde yaşanan infazlara, askeri operasyonlara, işkencelere eşlik etmiştir. Devlet 94 – 99 yılları arasında 1102 bombalama ve kundaklama vakasının altına imza atmış, 1 ayda 33 ormanı yakmış ve toplamda 20 yıl boyunca 9.000 hektarlık ormanı “yaşamdan” temizlemiştir. Üstelik bu gelenek 2000’li yıllarda da devam etmiş, bu süre zarfında ise son iki üç ay içerisinde yaşanan orman yangınları ile adeta zirve noktasına ulaşmıştır.

Bu yazı yazılmaya devam edilirken, halen devam etmekte olan ve her gün bir yenisi patlak veren bu yangınlarla devlet ya da geniş ölçekte düşünürsek devletler ve iktidarlar neyi hedefliyorlar?

Meskeni Dağlar ve Ormanlar Olanlar

Öncelikle, ormanların ve dağların, gerillalar için bir sığınak olması, devleti bu bölgeleri sığınak olmaktan çıkartacak hamlelere yöneltiyor. Kaldı ki, ormanlar ve sarp kayalıklarla çevrilmiş dağlar her zaman için efendilerle, yasayla ve devletle derdi olanlar için bir sığınak olagelmiştir. Eşkıyalara, isyancılara ve ötekilere mesken olan bu yerler, efendiler ve iktidarlar için her zaman “tekinsiz” birer alan, kendi otoritesinin ulaşmadığı, halen içerisinde yaşamın kurallarının geçerli olduğu yerler olarak, “tedirgin edici” olarak anılıyor. Bu yüzden her zaman, içerisine büyük tesisler yapılıp sterilize edilmedikçe ya da kalekollarla çevrelenip güvenlikli hale getirilmedikçe içindeki tüm canlılarla beraber yakılıp yıkılması talan edilmesi vacip olarak görülüyor.

Bir Tahakküm ve Kar Aracı Olarak Grileştirme

Bir diğer neden ise, yakılıp yıkılan, düzleştirilen, griye boyanan her şeyin, daha net izlenebiliyor olması sayesinde daha rahat kontrol edilebilmesi. Üstelik ileride burada kurulmak istenen sanayi tesisleri için alan açılmış oluyor. Artık madenler daha rahat kurulabiliyor, HES’ler, güvenlik barajları ya da kaya gazı arama çalışmaları daha rahat yapılabiliyor. Yani yaşamdan temizlenmiş coğrafyalar, devlet denetiminin kat-i suretle uygulandığı alanlara dönüşüyorken yine aynı devlet tarafından, bu alanlar kapitalistlere altın bir tepsi içinde servis ediliyor!

Devlet Uyumu, Uyum Devleti Öldürür

Daha da ötesi, bir toprak parçasında yaşamın, “sağlıklı bir yaşamın” oluşabilmesinin olmazsa olmazını, yani uyumu, Ekolojik Uyumu bozuyor. Ekolojik Uyum sadece ağaçlarla ya da nesli tükenen hayvanlarla ilgilenmez, rengi yeşile çalsa da, aslında tüm renklerin uyumuyla süregelen bir yaşamdan bahseder. Bu uyumun kendisi, bir bölgede yaşayan insanlar, hayvanlar, bitkiler ve onlar arasındaki ilişkinin bütünüyle ilgilidir. Üstelik bu ilişkinin bütünündeki bir parçada yaşanan uyumsuzluk, bütünün uyumsuzluğuna neden olur. Dolayısıyla, Kürdistan’daki orman yangınları da “yazık ağaçlar yanıyor!” gibi bir safdillik ile değerlendirilemez. Kaldı ki, devlet sırf ağaç yakmak için orman yakmaz. Devlet de bu kadar etraflıca düşünür ve bozup yıkmak, dönüştürmek istediği bir “yer” ya da bir “toplum” için, sadece o yeri ya da toplumu hedef almaz. İnsanlarını katlettiği bir coğrafyanın ormanlarını, katırlarını, derelerini es geçmez.

Nihayetinde, bu yangınlardan çıkan şey sadece duman değil, aynı zamanda yığınla katliam, bol bol göç ve yok edilmek istenen bir halk, yani yaşamın ta kendisi oluyor!

Özgür Erdoğan

ozgure@meydangazetesi.org

14 Eylül 2015

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayınlanmıştır.

devam ediyor.

Sadece bu yaz, Türkiye’nin yerel Kürt güçlerine karşı askeri operasyonlar düzenlediği Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi’ne bağlı alanlar ile Suriye’nin Türk işgali altındaki Efrin kantonunun yanı sıra Dersim, Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak illerinde yangınlar çıktı.

En ciddi hasar Dersim’de yaşandı. ANF’ye göre yangınlar şehrin 12 farklı kesimini etkiledi.

Bu bölge önceki yıllarda da benzer saldırıların hedefi olmuştu. 2017’de, Dersim Merkez Meclisi, Türk ordusu tarafından çıkarılan yangınlara ilişkin olarak, “Türk devlet aygıtı, Dersim’de etnik ve dini bir tasfiye gerçekleştirmek amacıyla, askeri saldırılar, baraj inşaatları ve altın madenciliği projeleri dahil çevreye zararlı çeşitli yöntemler kullanarak yerli nüfusu bölgeden kaçmaya veya göçmeye zorluyor” açıklaması yapmıştı.

Efrin’de, sadece Temmuz ayında yerel ailelere ait 17 hektara yakın tarımsal alan yakıldı. Tarım Efrin’in yerel ekonomisi için çok önemli, özellikle de bölgenin işgali dış kaynaklara erişim imkanını ortadan kaldırdığından bu yana.

Ekolojik saldırılar Efrin işgalinde de kullanılıyor. Birçok sivil, Türkiye’nin askeri saldırısı sırasında su kaynaklarını hedef alan bombalamaların yanı sıra zeytin ağaçlarının yakıldığını, kesildiğini ve çalındığını bildirdi.

Türk ordusu orman yangınlarını hem silahlı Kürt gruplarına hem de Kürt sivillerinin yaşamlarına ve geçim kaynaklarına yönelik bir savaş silahı olarak onlarca yıldır kullanmakta. 1990’lardaki zorla göç ettirme kampanyaları sırasında, tanıklar Türk askerlerinin yerleşim yerlerine yakın alanlarda orman yangınları çıkardığını bildiriyor. 1995 tarihli bir İnsan Hakları İzleme Örgütü raporu (Türkiye’de Silah Transferleri ve Savaş Hukuku İhlalleri), bu olguya dair sayısız örneği sıralıyor.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin daha yakın tarihli çalışmaları, Türkiye sınırları içindeki Kürt bölgelerinde çıkan orman yangınlarının çoğunluğunun Türk ordusu tarafından bilinçli olarak çıkarıldığını ve bu yangınların, “köylüleri köylerini terk etmeye zorlama yönünde baskıların daha dolaylı bir yolu” olarak değerlendirilebileceğini gösteriyor. Mezopotamya Ekoloji Hareketi raporu, devlet kurumlarının yangınları söndürmek için üzerine düşen vazifeyi de yerine getirmediğini, bu işin “köylülere, gönüllülere ve belediye çalışanlarına” kaldığını not ediyor.

Birleşmiş Milletler, 1976 tarihli “Askeri veya Başka Düşmanca Amaçlarla Çevreyi Değiştirme Tekniklerinin Kullanımının Yasaklanmasına Dair Sözleşme” kapsamında, bilerek orman yangını çıkarmak da dahil, askeri amaçlarla “çevre üzerinde değişiklik yapma tekniklerinin” kullanımını yasaklıyor.

Türkiye bu sözleşmeyi imzaladı ama onaylamadı. Çevreye ve doğal kaynaklara yönelik saldırıları – 50 köyü ve sayısız tarihi alanı sular altında bırakacak olan Hasankeyf’teki Ilısu baraj projesi gibi – Kürdistan’da savaş yöntemleri olarak kullanmaya devam ediyor. Hevsel Koruma Platformu üyesi Güner Yanlıç, ANF’ye Kürdistan’daki barajların “sosyal iletişimi kesip insanları göçe zorlayarak büyük şehirlerde ucuz işgücü yaratma amaçlı bir proje olmanın yanı sıra, güvenlik politikasının da uzantısı” olduğunu söyledi. Bu, devlet tarafından insanları göçe zorlamak için çıkarılan yangınlarla benzer bir amaç.




Kaynak: Dünyadan çeviri-Serap Şen

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 3264 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Kürt halkı Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI