Bugun...



Trans aktivizmle ilk karşı karşıya gelişim ve bu deneyimden öğrendiklerim

2005’te Manchester’ın Queer Up North Festivalinin sanat yönetmeni olmuştum. QUN, 1992 ve 2011 arasında her yıl Manchester’da kesintisiz gerçekleştirildi

facebook-paylas
Tarih: 22-08-2018 23:24

Trans aktivizmle ilk karşı karşıya gelişim ve bu deneyimden öğrendiklerim

Trans aktivizmle ilk karşı karşıya gelişim ve bu deneyimden öğrendiklerim

Jonathan Best

The story of my first brush with trans activism and what I learned.

Jonathan Best

In 2005 I became the artistic director of Manchester’s Queer Up North Festival. QUN took place annually in Manchester between 1992 and 2011 and had a tradition of disruptive, provocative performance work centred around sexuality and gender, alongside literature, film, music and debate. Artists and performers such as Lea DeLaria, Ursula Martinez, Mojisola Adebayo, Mx Justin Vivian Bond, Taylor Mac and Sandra Bernhard appeared. Scores of writers spoke, including Edmund White, Patrick Gale, Armistead Maupin, Sarah Waters and Val MacDiarmid

2005’te Manchester’ın Queer Up North Festivalinin sanat yönetmeni olmuştum. QUN, 1992 ve 2011 arasında her yıl Manchester’da kesintisiz gerçekleştirildi ve edebiyat, film, müzik ve tartışmanın yanı sıra cinsellik ve toplumsal cinsiyeti merkezine alan bozguncu, provokatif bir geleneğe sahipti. Lea DeLaria, Ursula Martinez, Mojisola Adebayo, Mx Justin Vivian Bond, Taylor Mac ve Sandra Bernhard gibi sanatçılar ve müzisyenler çıkıyordu. Edmund White, Patrick Gale, Armistead Maupin, Sarah Waters ve Val MacDiarmid dahil bir sürü yazar konuşmacı olarak katılıyordu. Linda Bellos, Julie Bindel, B Ruby Rich ve Billy Bragg dahil çok geniş çeşitlilikte konuşmacılar davet ediyorduk. Çizgi dışı ve ilham verici bir etkinlikler karışımıydı. En önemlisi de, sanatçıların, yazarların, müzisyenlerin ve kitlenin… herkesin kendisi olmakta özgür olduğu bir yerdi.

QUN’in bir aktivist yönü de vardı. En gurur duyduğum projelerden biri FIT idi: Stonewall vakfı ile birlikte yarattığımız ve turladığımız, okulda zorbalığa karşı bir tiyatro projesi. On binlerce genç izleme ve atölyelerine katılma imkanı buldu. On binlercesi ise 2010’daki film versiyonunu izledi.

2007’de QUN, lezbiyen kitlemize dönük daha geniş bir etkinlik çeşitliliği sunma arayışına girdi. Birçok LGBT veya kuir örgütü gibi biz de biraz gey erkek merkezli olagelmiştik. Araştırdığım sanatçılardan biri çok yetenekli bir şarkıcı ve söz yazarı olan ama henüz BK’da sahne almamış Bitch idi. Daha sonra John Cameron Mitchell’ın harika filmi ‘Shortbus’ta da izleyeceğimiz birinci sınıf bir müzisyen. Manchester’da dinleyicilerin onu takdir edeceğinden emindim.

Böylece onu davet ettim. Kabul etti ve etkinliğin biletleri hızla tükendi.

Ama sonra, festivalden birkaç hafta önce bir eposta aldım.

Bana Bitch’in Michigan Womyn Müzik Festivaline çıktığını ve festivalin sadece doğuştan kadınları kabul etmek gibi bir politikasının olduğunu bildiriyordu. Görünen o ki, Bitch yalnızca festivalde çıkmakla kalmamış, bu kadın-doğan-kadın kabulü politikasını da savunmuştu. Eposta, bu nedenle, Bitch’in transfobik olduğunu ve etkinliğin iptal edilmesi gerektiğini savunuyordu. (Aslında Michigan Womyn Müzik Festivalinin böyle bir politikası yoktu ve trans kadınlar gayet de kabul ediliyordu – bkz. şu kaynak.)

Bugün trans aktivistlerden bu tip epostalar almak çok yaygın ama 2008’de yeni bir şeydi. Bu epostanın yazarlarından biri olan Sarah Brown, yeni kitabı Trans Britain – Our Journey from the Shadows‘ta, küçük bir trans aktivist grubu ile Queer Up North arasında yaşanacak ve sonraki – ve bugün de devam eden – birçok kampanyanın prototipini teşkil edecek olan bu süreci anlatır.

Tesadüf bu ya, trans aktivizm ile feminizm arasındaki henüz başlangıç aşamasındaki bu çatışmayı bir yıl önce festivalde konuşmak için Manchester’a geldiğinde Julie Bindel ile konuşmuştum. Julie bana herkesin kendisini dilediği şekilde tanımlama özgürlüğüne sahip olması gerektiği ilkesini desteklediğini ancak doğuştan kadınlarla trans kadınlar arasında ayrım yapmayı tercih edenlerin de şeytanlaştırılmaması gerektiği görüşünde olduğunu söylemişti. Bu bana makul görünmüştü. Hala da öyle düşünüyorum.

Bunlar kafamda dönerken, LGBT meselelerini düşünüp kendi görüşünü oluşturmak isteyen birçok insanın yaptığını sandığım şeyi yaptım: Stonewall’un internet sitesine baktım. (Artık aktif olmayan) bir sayfa buldum. Bu sayfada transfobik görüşler ve fikirler listelenmişti. Bunlar arasında ‘trans kadınların gerçek kadın olduğunu düşünmüyorsanız bu transfobiktir’e denk düşen sözler vardı.

Bu beni iki şekilde rahatsız etti. İlk olarak, Stonewall’un transfobi versiyonunda, transfobik olmak için bırakınız nefret veya ayrımcılığı, trans insanlarla ilgili herhangi bir olumsuz görüşe sahip olmak bile gerekmiyor gibiydi. BK’nın önde gelen LGBT yardım kuruluşu tarafından geri kafalı sayılmanız için, trans kadınların ve doğuştan kadınların, bazı bakımlardan farklı olup olmadığını sorgulamanız bile yetiyordu.

İkinci olarak, Stonewall’un hükmü, trans kadınların isteklerini doğuştan kadınlarınkilerden tartışılmaz şekilde öncelikli görüyordu. Bu bana hem keyfi hem de adaletsiz geldi. Şu soru Julie ile bir yıl önceki konuşmamdan bu yana kafamda dönüp duruyordu ve hala tatmin edici bir yanıt bulamamıştım: kendi medeni haklar mücadelelerini yürüten feministler, neden kendi kadın tanımlarını trans kadınları içerecek şekilde güncellemeye zorlanıyordu? Elbette bazı feministler bunu memnuniyetle yapıyordu. Ama bazıları da yapmıyordu. Yapmayanları geri kafalı olarak damgalamak bana hoşgörüsüz ve orantısız geliyordu – o zaman da, şimdi de.

Bitch’in etkinliği yapıldı ve çok başarılı oldu. Küçük bir trans aktivist grubu – başlarında Sarah Brown ile – etkinliğin düzenlendiği yerin dışında barışçıl bir protesto yaptı. Dışarı çıkıp onları dinledim. Hatırladığım kadarıyla ikimiz de epostalarımızdaki tavrımızı koruyorduk. Sarah beni “homofobik birini çağırmazdın ama değil mi?” diye suçladı yine.

Haklıydı, çağırmazdım.

Ona o zamanki yanıtım, bugün olacağı gibi, neyin transfobi olduğuna dair kriterlerin çok geniş belirlendiği oldu. Kendi cinsel sınıfları temelinde bir araya gelmek isteyen kadınlara transfobik damgası yapıştırılmamalı. Sarah Brown ise zıt görüşteydi.

Bugün, trans meseleleri haklı bir şekilde LGBT medeni haklar mücadelesinin önümüzdeki aşaması olarak görülüyor ve sağduyulu herkes, ‘tarihin doğru tarafında’ olmak sözünde olduğu gibi, doğru şeyi yapmak istiyor. Ama bugün trans aktivizm ile onu önceleyen lezbiyen ve gey aktivizmi arasında bazı temelli farklar var. Bu farkların ve bunların etkilerinin neler olduğunu anlamak önemli.

Lezbiyen ve gey aktivizmi, insanların diledikleri kişiyle seks yapma veya diledikleri kişiye aşık olma özgürlüğünü merkezine alıyor. İster eşitlik temelli geleneksel aktivizm, ister onun daha radikal kurtuluşçu kardeşi olsun, cinsel çekimden ve adil bir toplumda bu konuda olması gereken hak ve özgürlüklerden ibaret. Kritik olansa, bu hak ve özgürlükler başkalarının hak ve özgürlükleri pahasına kazanılmıyor – yani bu hak ve özgürlüklerin suç olmaktan çıkarılması, eşit rıza yaşı, eşcinsel evliliği veya partnerliğin hukuki statü kazanması hiç kimsenin otonomisini tehdit etmiyor.

Trans aktivizmin de hak ve özgürlükler boyutu var – trans insanların, ulusal sağlık sisteminin karşılama konusunda yavaş kaldığı özgün sağlık hizmeti ihtiyaçları var. Trans insanlar ciddi bir istismar ve şiddet riski altında. Medeni haklar açısından çözülmesi gereken önemli ve çok çeşitli sorunlar olduğuna şüphe yok.

Buraya kadar gayet makul. Ama trans bir cinsel yönelim değil – birinin kiminle seks yaptığı veya kime aşık olduğu ile ilgisi yok. Ve işler de burada karmaşıklaşıyor. Modern trans siyaseti, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ile ilgili mevcut bazı fikirleri yeniden tanımlıyor ve tamamen yeni sayısız konsept ileri sürüyor. Ve trans aktivizm herkesin bu konseptleri ve yeni tanımları kabul etmesinde ve benimsemesinde ısrar ediyor.

Sorun şu ki, herkes bu konseptlerin ve revize edilmiş tanımların bazılarından veya tamamından hoşlanmıyor. LGB aktivizmi ile trans aktivizm arasındaki temel fark bu; trans aktivizm herkesin cinsiyet ve toplumsal cinsiyeti – yani hepimizin kendimizi – transgender ideolojisinin kaidelerine göre anlamasında ısrar ediyor.

Tüm bunların içinde en büyük meselelerden biri ise kadını nasıl tanımladığımız. Kadın nedir?

Filozof Kathleen Stock bu meseleler üzerine çok kapsamlı şekilde yazdı. Genellikle ‘toplumsal cinsiyeti eleştiren’ bakış olarak kavramlaştırılan şeye dair açıklaması şu şekilde:

Birçok radikal feministin benimsediği pozisyon bu. Kadın olmanın belirli bir biyolojik ve üreme özelliğine sahip olması, dişi cinsel organları ve dişi bir üreme sistemi içermesi, ekonomik, toplumsal, siyasal ve cinsel olarak bu temelde eziliyor olması gerektiğini düşünüyorlar. Dolayısıyla… trans kadınların, tüm temel insan haklarına sahip olmakla (elbette!) ve birçok toplumsal bağlamda kadın olarak saygın muamele görmeyi hak etmekle beraber, kadın olmadıkları düşüncesindeler. Basitçe söylersek: trans kadınlar ne gerekli biyolojiye ne de (yine gerekli olan) o biyoloji temelinde bir ezilmişlik tarihine sahipler.

Öte yandan transgender görüşe gelirsek:

Bunun aksine, transkadınların kadın olduğunu iddia eden metafizik pozisyonlar da var. Bunlar genellikle kadınların biyolojilerinin ve üreme özelliklerinin kendi kadın doğaları için gerekli bir özellik olmadığını iddia ediyorlar. Penisi ve testisleri olan ve dişi üreme özelliklerine sahip olmayan insanlar kadın olabiliyor.

Toplumsal cinsiyeti eleştiren görüşler, biyolojik cinsiyetin birincil önemde olduğunu iddia ediyorlar. Transgenderizmin merkez aldığı zıt görüş ise, biyolojik cinsiyetin konuyla ilgisiz olduğunu iddia ediyor. Bu soru QUN anlaşmazlığının da merkezindeydi: Michigan Womyn Festivali biyolojik cinsiyetin merkezi olduğu görüşünü benimsedi, QUN’i protesto eden aktivistler ise zıt görüşü.

Bu soru 2004 Toplumsal Cinsiyet Tanıma Yasasında yapılması planlanan reformla tekrar gündeme geldi. Bu reform, ‘toplumsal cinsiyet kimliği’ kavramını yasaya koymayı hedefliyor (transgender ideolojideki yeni fikirlerden biri ve toplumsal cinsiyeti eleştiren görüşlere sahip olanlarca en güçlü şekilde karşı çıkılanı).

Stonewall toplumsal cinsiyeti şöyle tanımlıyor:

Bir kişinin, ister erkek, ister dişi, ister başka bir şey olsun; doğumda atanan cinsiyetine karşılık gelebilecek veya gelmeyebilecek, kendi toplumsal cinsiyetine dair doğuştan gelen algısı.

Ama toplumsal cinsiyetin doğuştan geldiği konusunda herkes hemfikir değil. Birçok insan – ben de dahil – toplumsal cinsiyeti kadınları (ve bazı şekillerde erkekleri de) dezavantajlı kılan ve mücadele etmemiz gereken sosyal bir inşa, bir hiyerarşi olarak görmeyi tercih ediyor. Onunla özdeşleşmek yerine mücadele etmek istiyoruz.

Kendi toplumsal cinsiyetinize dair doğuştan gelen bir algınız olabilir veya olmayabilir. Bu konuda nasıl hissetmeniz veya düşünmeniz gerektiğini söylemek bana – veya hiç kimseye – düşmez. Aynı şekilde, bu konsepte karşı çıkmak veya bu konsepti kabul etmemek isteyenlerimiz, yasada geçmesi ihtimalinden son derece mutsuzuz.

***

Toplumda yeni fikirler ortaya çıktığında genellikle bu konuda tartışmalar yaşanır. Bu yerleşmiş bir genel ilkedir – yeni fikirleri değerlendirmenin en iyi yolu, bunları eleştirel şekilde ve özgürce incelemektir. Bu cinsiyet ve toplumsal cinsiyet meseleleri bir bütün olarak toplum açısından önem taşıyor. Özellikle kadınlar tüm bunları tartışmak isteyecektir. Kadınların bunu tartışmaya hakkı olduğunda hemfikir olabiliriz, değil mi?

Ama olan bu değil.

Açık, saygılı tartışma yerine, günümüz trans aktivizmi çoğu zaman kadınların, trans ideolojisindeki (kendi yaşamlarını doğrudan etkileyen) meseleleri tartışmasını engellemeye çalışıyor.

Örneğin, bir süre önce Woman’s Place UK kampanya örgütü tarafından Brighton Quakers’ Friends Toplantı Merkezinde düzenlenmesi planlanan bir toplantı, Woman’s Place UK’in bir nefret grubu olduğunu iddia eden trans aktivistler tarafından etkinliğin düzenleneceği yerin hedef alınması ardından başka bir yere taşınmak zorunda kaldı. Woman’s Place UK, trans aktivistlerin mekan sahiplerini hedef almasını önlemek için son ana kadar yerlerini gizlemek zorunda kalıyor.

Bu örnek, trans aktivizmin taktiklerinin QUN protestosundan bu yana ne kadar geliştiğini gösteriyor. 2008’de, mekanlara etkinlik iptali için baskı yapmaya dönük hiçbir girişim olmamıştı, festivale fon sağlayanları veya mütevelli heyetini hedef alan eposta kampanyaları yapılmamıştı.

Ama bugün böyle taktikler yaygın.

***

Bunun sebebi ne? Marjinalize edilmiş bir grubun üyelerinin, marjinalize edilmiş başka bir grubun konuşmasını engellemeye çalıştığı bu sıkıntılı duruma nasıl geldik?

İşte burada Stonewall‘un rolü çok önemli.

Stonewall öncelikle 1990’lar ve 2000’lerin başındaki çok kıymetli faaliyetleri (eşit rıza yaşı ve partnerliğin hukuki statü kazanmasına dönük çalışmalar örneğin) ile edindiği güçlü bir itibara sahip. Stonewall markasının çok büyük bir etkisi var. Stonewall’un ne söylediği – ve ne söylemediği – gerçekten önemli.

Stonewall bu bakımdan iki kritik noktada hatalı:

İlk olarak, trans ideolojisi dahilindeki fikirleri sorgulayanları transfobik olarak damgalama konusunda kendisi de epey istekli. Örneğin, 2018 Temmuz’unda Londra Onur Yürüyüşünde protesto düzenleyen küçük bir lezbiyen grubu, Stonewall CEO’su Ruth Hunt tarafından transfobik diye kınandı. Bu adil değildi.

Stonewall’un bu aşağılayıcı damgayı böylesine eli serbestçe kullanması, trans aktivistler arasındaki en agresifler için bir işaret fişeği vazifesi görüyor ve hemen onlar da toplumsal cinsiyeti eleştiren kadınları internette taciz etmeye başlıyorlar. İnternetteki bu tacizlerin bazıları korkunç. Neredeyse şaşmaz şekilde kadın düşmanlığı içeriyorlar.

Şu ana kadar, basmakalıp genel bir açıklama haricinde, Stonewall bu türden tacizkar davranışları caydırmak için hiçbir şey yapmış değil. Stonewall elbette bazı trans aktivistlerin kötü davranışlarından doğrudan sorumlu değil, ama bu demek değil ki hiçbir sorumluluğu yok.

Bu makaleyi yazarken Stonewall’a trans aktivistleri trans ideolojisini sorgulayan kadınlara yönelik kadın düşmanı tacizlerden caydırmak için herhangi bir adım atıp atmadıklarını sordum. Stonewall bu makalenin kabul görmüş bir yayın kuruluşu için yazılmadığı gerekçesiyle görüş bildirmeyi reddetti. Stonewall bu makaleye yanıt verirse, konuyla ilgili yapmak isteyecekleri açıklamayı memnuniyetle dahil edeceğim.

***

Yıllardır bu konuda yazmayı düşünüyordum ama açıkçası toplumsal cinsiyeti eleştiren biri olarak kendimi açık etme konusunda kaygılıydım. Çoğu zaman kendileri açısından epey risk alarak o kadar çok kadın bu konuda görüşünü açık açık beyan etti ki… Oysa ben, QUN’den ayrıldığımdan bu yana sustum. Bu bana korkakça gelmeye başladı. Dolayısıyla işte burdayım.

Trans sorunlarının LGBT siyasetinde uzunca süredir marjinalleştirildiği tartışma götürmez. Trans topluluğundaki birçokları buna öfkeli ve onları suçlayamam doğrusu. Silik, ürkek bir aktivizm falan savunuyor değilim – pozitif değişim daima hır çıkarmayı göze alanlar sayesinde gelmiştir.

Ama ne olursa olsun, hepimizin karşı karşıya olduğu görevin şu olduğunu düşünüyorum: trans haklarını ve özgürlüğünü, doğuştan kadınların cinsiyet temelli hak ve korumalarından ödün vermeden geliştirmek. Bu, herkesin, kendi tercih ettiği (saygılı) terminoloji ile, dilediği şeyi eleştirel şekilde tartışma özgürlüğüne sahip olduğu, karşılıklı bir saygı atmosferinde yapılmalı. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet meseleleri kimsenin özel mülkiyetinde değil.

Bu ideal durumdan şu an çok ama çok uzağız.

Kaynak: https://medium.com/@JonnnyBest/the-story-of-my-first-brush-with-trans-activism-and-what-i-learned-3ef13e31fd37

Çeviri: Serap Güneş




Kaynak: Dünyadan çeviri-Serap Güneş

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1155 defa okunmuştur.


Etiketler : Trans aktiviz

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI