Bugun...

sosyalizmi nasıl anlatmalı?

SINIFSAL BAKIŞ
Ne yapmalı, alternatifi

sosyalizmi nasıl anlatmalı?

Kapitalizmi duvarlarıyla beraber yıkabilmeli
Yüreğimizin marşları.
Ama ütopyayı bilmiyor günümüzün insanları.
Maddenin ve piyasanın dişleri arasında sıkışıp kalıyor
Ruhları ve yarına dair tasarıları.

Ekim Devrimi yıldönümlerinde geleneksel anmaların yanında “Nasıl bir sosyalizm” arayışına değinen veya Sovyetlere dair tartışmaları tazeleyen metinler/değerlendirmeler de gündeme geliyor. Bu tartışmalar, mevcut birikimi ve üretilmiş değerleri aşındıran dolayısıyla da var olan duruşu geriye çeken nitelikte olmadığı sürece çeşitli açılardan yararlı görülebilir.

Sınıflar mücadelesi tarihi incelendiğinde görülecektir ki her dönem itiraza ve özgürlük arayışına bir ütopya tanımı, bir gelecek tasarımı eşlik etmiştir. Bunun en ilkel biçimleri de yakın tarihteki örnekleri de değerlidir. Önemli olan bu arayışın bir reçeteye sığmayacak nitelikteki, ülkeye ve tarihsel döneme özgü yanlarının yanında temel önemde ilkelerinin olduğu bilinciyle hareket edilmesidir.

Che, sosyalizm arayışında yeni insandan söz eder. Castro da Che’yi yeni insanın canlı örneği olarak tanımlar ve herkesin Che gibi olmasını ister.

Nazım Hikmet, Küba’yı anlatırken, ömrünün ilk kurşunkalemiyle, ömrünün ilk kâğıdına “hürriyet” sözcüğünü elbirliği ile yazan bir halktan söz eder. Yine Nazım’ın tanımıyla, Küba Devrimi, bütün bir halkın, “akı karası, sarısı ve melezinin” ışıklı bir çekirdek dikmesidir. “ışıklı bir çekirdek dikmek” ne müthiş bir tanımdır sosyalizm için. Bir başka örnekte de 18 saat çalışan maden işçisine sormuşlar; “SOSYALİZM ne demek?” Maden işçisi “GÜNEŞİ görmektir.” diye cevap vermiş. Bu, aynı zamanda kapitalizmin karartıcı ikliminde, toplumsal tutsaklık koşullarında, kendine pencere açabilmek, ışığa hak ettiği önemi vermektir. Daha da önemlisi, sosyalizmle bugünün mücadele özneleri arasındaki ilişkiyi platonik olmaktan çıkarmaktır.

Anımsanacak olursa sosyalizm, en sıcak pratiklerin yaşandığı ve en yoğun/kapsamlı örgütlülüklerin oluştuğu 1980 öncesinde dahi bugünden öngörülmesi zor ve uzak bir hedef gibi görülmüştü. İlişki bir anlamda platonikti. Örneğin sömürünün ve sınıfların olmaması, herkesin emeğine göre ücret alması gibi çok genel tanımlar dışında sosyalizmin güzelliklerini ana izdüşüren tanımlar, reel sosyalizme alternatif arayışlar ve pratikler belirli sınırlılıkta kalmıştı. Araçların ve dönemsel ihtiyaçların önemi, amaca dair bu türden üretim ve etkinliklerin önüne geçiyordu. 1980 öncesine dair bu tablo, aynı zamanda Fatsa, Tariş, Çeltek gibi pratiklerin ve Direniş Komiteleri önermesinin ne denli önemli olduğunu gösteriyor.

Arayış, birikimin reddi değil devamı üzerine oturmalıdır

Bir cümleyle söylersek sosyalizm, sınıflı toplumun izlerini silen bir örgütlü toplum yaratmaktır. Ama bu tanım doğru ise de arayışa yanıt anlamında yeterli değildir. Arayışı, bu konudaki soru ve tanımları sürdürmek gerekiyor.

Sosyalizm, komünizme giden yolda bir geçiştir. İlkel komünizmden bugüne tüm özgürleşme arayışlarından ve komünal deneyimlerden süzülmüş bir toplamdır. Bu toplam donmuş, her döneme ve her ülkeye özgü bir reçete, bir model değildir.

Bu arayışta “Birini ve herkesi sevin” demişti 68’in kendisine dayatılan toplumsal kaba sığmayan ütopya yüklü insanı. Geleceği düşlerken kimisi “dans edemeyeceksem sosyalizminiz sizin olsun” dedi. Kimisi de lüks gece kulüplerini basıp duvarlarına “ya herkes dans edecek ya da hiç kimse” diye yazdı. Yanlış şeyler de tartışıldı gelecek adına. Hatta yer yer başka tür bir bekçilik geçirilmek istendi var olan bekçiliğin yerine. Ama sonuçta tüm bu çabalar, bir yanıyla da geleceğin nasıl olması gerektiğinin arayışı, oraya doğru tırmanan basmaklardı. Özetle bu çaba, “eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimseyi veya ‘şeyi’ beklemekte oluşundan” farklı bir durumdu. Kaderine razı olmama haliydi, bilinçli bir eylemlilikti.

Bugün ise insanın günlük yaşama gömülü haldeki yenilgilerle, rutinle ve alışkanlıklarla teslim alınmak istendiği, kafasının ve ruhunun içeriden fethedildiği, dolayısıyla kendi yanılgısını kendisinin ürettiği bir süreçten geçiyoruz. Bu koşullarda alternatif, nerede ve nasıl aranmalı, dirençten ne anlaşılmalı, özetle ne yapmalı ve nasıl yapmalı?

Somut deneyimler olan Rusya’dan, Çin’den veya Küba’dan neyi almalı?

Eğer mesele öğrenmek, yorumlamak ve ders çıkararak yeniden üretmekse, o pratiklerden alınacak çok şey var.

Teorinin hayata taşınmasında, her tarihsel kesitte farklılaşmalar/tartışmalar olmuştur. Öyle ki devrimi beraber yapanlar, kendi alternatiflerini uygulamaya sıra geldiğinde ayrışmış hatta yer yer karşı karşıya geldiği bile olmuştur.

İlk somut inşada Lenin’in önderliğinde de olsa Bolşevikler zorlanır. Yanlış da yapar. Ama bir taraftan öğrenerek diğer taraftan emperyalist kuşatmayı yararak yol alır.

Çinli devrimciler, devrimden sonra uzun süre ancak Sovyetlerde yapılanların aynısını veya oradan telkin edileni yaparsa yol alabileceğine inanır. Sonra süreç içinde Mao önderliğinde kendi yolunu çizer. Ancak 1979’a gelindiğinde Deng Şiaoping önderliğinde sosyalizmden uzaklaşma adımları atılır ve bu adımlar “Çine özgü sosyalizm” tanımıyla kamufle edilir. Bu tanım bugün de Şi Jinping döneminde devam ediyor. Bu sistemde üretim ve bölüşüm ilişkilerini değiştirmek de burjuvaziye karşı önlem de yok. Bugün Çin’in en zengin üç kişisinin servetinin 30’ar milyar doları aşıyor olması bunun göstergelerindendir.

Küba’da askeri olandan siyasal olana kadar bir yığın geçişten ve yeniden üretimden söz etmek mümkün. Daha da önemlisi Küba, fikrî ve ekonomik üretimden sosyal uygulamalara kadar hemen her alanda toplumun bütününün mümkün olan azami boyutta katılımına imkân veren bir kolektif tablo oluşturabilmiş durumda. Castro’nun ölümünden sonra çocukların dahi “hepimiz birer Castro’yuz” demesi bunun ifadesidir.

Özetle sosyalizm, kapitalizm karanlığına son verip toplumsal bir güneş doğurtmaksa; toplumsal ve tarihsel gelişmelere paralel olarak her türlü gelişmeyi, birikim ve zenginliği insan yararına kullanan bir komünal sistemse; Spartaküs’ten bugüne uzanan asiler neslinin devamını da içerikte ve tanımda bir güncellemeyi gerektirir. Burada üzerinde durulması gereken yöntemsel kıstas, sosyalizmin inşası konusunda her yere, her koşula uygun bir birikim/tecrübe olmadığı, her ülke özgülündeki pratiğin, söz konusu ülkenin renklerine ve ihtiyaçlarına dayanması gerektiğidir.

’21’inci yüzyıl sosyalizmi’ mi?

Alternatif tartışmalarının bir yanında da bugün belirli oranlarda zayıflamış da olsa “21. yüzyıl sosyalizmi” tartışmaları vardır. Bu tartışmanın ölü doğumuna sebep, yeni bir yüzyılda sınıf ilişki ve çelişmelerinin, emperyalist sistemin geldiği aşamanın dikkate alınmasına dayalı bir üretim üzerinden yürütülmesi yerine, Chavez döneminin Venezüella’sına ve Chavez’in Dünya Sosyal Forumu’nda yaptığı tanıma dayandırılmasıdır.

Nitekim bu kavramı ortaya atan ve Chavez’e dayanak oluşturan Heinz Dietrich“21. yüzyıl sosyalizm kavramını tasarladım, ortaya koydum, Dünya Sosyal Formunda da Chavez dile getirdi.” der ve söz konusu kavramı, “İskandinav devletlerinin denetimindeki sosyal demokrasinin öne çıktığı bir model” olarak tanımlar. Özetle söz konusu olan sistem, kapitalist üretim ilişkilerinin sosyal demokrat bir perspektifle düzenlenmesidir. Chavez döneminde özel sektörün ekonomideki payının artmış olması bu bağlamda bir tesadüf değildir.

Özetle 21. yüzyıl bir tarihtir ve nasıl ki 20. yüzyılın devrimcileri 19. yüzyılın devrimcilerinin üretiminin ve pratiğinin öğreticiliği üzerinden yol aldıysa bugün de yapılması gereken Lenin’i, Mao’yu, Castro veya Ho Chi Minh’i günümüze taşımak, bir devamlılık içinde yeniden üretmektir. Onların pratiği, özgürleşme arayışının ve bu alanda sağlanmış olan birikimin o süreçte varmış olduğu boyutla da ilişkilidir.

Gerek bilim gerek teknoloji gerekse sosyal ve siyasal ufuk açısından bugün, söz konusu devrimlerden itibaren geçen süreyi ve yaşanan değişimi görmezden gelemeyen bir duruşa ve yeniden üretime ihtiyaç vardır. Bu, Chavez’i de Venezüella’daki pratiği de çokça aşan bir içeriktedir. Devamlılığı koparmayan bir yeniden üretim içinde buna yoğunlaşılmalıdır. Örneğin “Sovyet pratiğinde bakım emeğinin kolektifleştirilmesi adına hayata geçirilen yemekhaneler, kantinler, çamaşırhaneler, terzihaneler vb. çözümler yerine bugünün koşullarında daha uygun yöntem ve araçlar geliştirmek mümkün müdür, bunlar ne olabilir?” gibi sorular sormak, bizleri kaba bir tekrardan kurtaracak, dönemin ihtiyaçları bağlamında daha gerçekçi kılacak ve daha ileri taşıyacaktır.

Devrimcilik anın sosyalizmidir

Devrimcilik bir yanıyla da anın sosyalizmi ise günümüzün devrimcileri en küçük bir kesite dahi sosyalizmin gereklerini izdüşürebilmeli, sınıflı toplum alışkanlıklarını aşmak üzere o komünal anlayışı yeniden üretebilmelidir. Örneğin 1905 Haziran’ında Potemkin Zırhlısı’nda gerçekleşen ayaklanmayla subayların denize dökülmesi sonrasında tayfa ve askerlerden oluşan devrimci bir komite kurulmuş olması tam da bu içerikte bir deneyimdir. Ve Castro’unun halkın doğrudan katılıma imkân veren Devrimi Savunma Komiteleri’nin hayata geçirilmesini “halkın gönlünde devrimin gerçekleşmesi” olarak tanımlaması bir onurlandırma veya bir jestten çok, devrimci/komünal yaşamdan ne anlaşması gerektiğinin özetidir.

Bugün hangi noktada olurlarsa olsunlar Ekim Devrimi, Çin Devrimi, Vietnam veya Küba Devrimi (doğru yere ve diyalektik yöntemle bakabilenler için) öğretmeye devam ediyor. Özellikle Küba, dünya halklarına umut olmayı, toplumsal bir sevgili gibi sıcaklık yaymayı sürdürüyor.

“Bugün yarına dünden beslenerek yol alır” diyebilenler ve bunun gereğini yerine getirebilenler için ortada muazzam bir birikim ve öğretici pratik vardır. Bugün bizler, yeni insan ufkuyla tasarlanan Küba Çocuk Tiyatrosu Kumpanyası La Colmenita’dan da Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Kadınlar Arasında Çalışma Kolu olan Jenotyel deneyiminden de öğrenmeli; ama bu deneyimlerin üzerinden geçen (Ekim Devrimi üzerinden bir asır geçti) uzun sürenin insana/topluma/mücadeleye dair bağrında taşıdığı gelişmeyi ve öğreticiliği de içeren bir duruşun/dünyanın öznesi olabilmeliyiz.

Tek tek her bireyle ve bir arada toplumla ilişkimizde hem örgütsel yaşamda hem de yaşamın en sıradan kesitinde devrimci değerlerin ve kazandırdığı ufkun avantajlarını somutlayabilmeliyiz. Unutmamak gerekir ki alternatifini yaratamadığımız her konuda, sistemi taklit etme ve yeniden üreterek devamını sağlama tuzağıyla yüz yüzeyiz. Giderek yaygınlaşan toplumsal dağılma, çürüme ve yozlaşma, karşı karşıya olduğumuz engellerin boyutunu ve çeşitliliğini olduğu kadar, onları aşmamız/yenmemiz ve yeni insanı bugünden gerçek kılmamız halinde nitel anlamda ne muazzam bir farka/avantaja sahip olacağımızı da göstermektedir. Tam da bu nedenle, bugün sözünü ettiğimiz gerçekliği ajitasyonla ve kapalı cümlelerle sınırlamayan, açılmasını ve somutlanmasını sağlayacak çalışmalar, öncelikli sorumluluklarımız arasında yer almalıdır.



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI