Bugun...

Fransa’da öfke, hareket, siyaset

Fransa’da öfke, hareket, siyaset

Böylesi bir halk hareketliliğinin solu bir çıkış kapısı olmak bir yana, karşı çıktığı sistemin parçası olarak görmesinin nedenleri üzerinde durmalıyız

Önder İşleyen-Bir Gün

Sarı Yelekliler hareketi, akaryakıt zamlarını iptal ettirdi. Sarı Yeleklileri harekete geçiren karar geri alındı. Macron’un, harekete karşı başta takındığı küçümseyici ve zorba tavrın ardından gelen geri adımla hareketin de geri çekileceği beklentisi gerçekleşmedi. Çünkü, hareket artık başladığı noktadan değil, geldiği noktadan sürüyor. Akaryakıta yapılan zamma tepki olarak başlayan hareket, her adımında Macron’la birlikte otoriter bir biçimde sürdürülen liberal politikaların sonucuna genel bir itirazın muhatabı haline gelirken, halk sınıflarının ve toplumsal-siyasal örgütlerin harekete desteği ve katılımı da giderek çeşitlenerek arttı. Şimdi, Fransa’da Sarı Yelekliler rüzgârıyla birlikte gençlerden üreticilere herkes kendi talebiyle söz almaya başlıyor. Bu gelişme, Sarı Yelekliler hareketine katılanların sınıfsal, sosyal analizi, kriz sonrası kapitalizmin yaşadığı çürüme (ve çaresizlikle) ve sol hareketin konumunu da bir kez daha tartışmaya açıyor.

 

 

 

Kriz ve Macron çaresizliği

Fransa’da bugün yaşananlar kriz sonrası kapitalizmin almaya başladığı biçimin de bir ifadesi. Kapitalizmin geçici ve kısa dönemli krizlerinden birisiyle değil, uzun süreli bir kriz dalgası ile karşı karşıyayız. 1970’lerde sermayenin sınırsız hareket yetisine dayanarak ve her alanda ticarileşme-metalaştırmaya dayanan neoliberal programla aşılmaya çalışılan bunalım başka bir biçimde geri döndü. Kriz sonrasında küreselleşme sürecinin parametreleri (ve kurumları) yıkılırken, daha çok içe kapanmacı aynı zamanda bölgesel ittifaklara dayalı güç savaşları öne çıkıyor. Neoliberal siyasal merkezler (liberal demokrasi vaadiyle birlikte) çökerken, sistem kendisini faşizmin yeni biçimleri altında devam ettirebiliyor. Fransa bu konuda kapitalizmin yönelimleri açısından da özel bir durumu temsil ediyor. Hatırlanırsa Macron’un seçilme süreci, faşist-ırkçı eğilimleri temsil eden Le Pen’e karşı ‘liberal demokratik müesses nizamın’ savunulması adı altında parlatılmıştı. Macron’un seçilmesi, aşağıdan gelen faşizm riskini bertaraf etme ve ‘yeni bir Fransız devriminin’ adımını atma gibi yüksek perdeden tahlillerle karşılanmıştı.

 

Fransa sermayesinin (oligarşisinin) merkez sağ ve sol siyasetlerin çöküşü sonrasında, Le Pen riskini işaret ederek piyasaya sürdüğü Macron, kısa iktidarı boyunca temsil ettiği sermaye sınıfının çıkarlarını radikal bir biçimde korudu. Bunu da liberal demokrasinin artık sona erdiğini açık biçimde ortaya koyacak bir otoriterleşme ile birlikte gerçekleşti. Bugün, Sarı Yelekliler hareketine yönelik baskı üzerinden görünür olan faşist politikaların da Le Pen’e bakılarak yapılan tahlillerin ötesinde devlete içkin bir gelişme seyri içinde olduğu daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Macron’un, cilasını döken, fiyakasını bozan Sarı Yelekliler rüzgârı, krize Macron’un da çare olamayacağının işareti. Hayri Kozanoğlu, Macron’un seçilmesinin ardından yaratılmaya çalışılan illüzyon içinde bunu o zamandan şöyle ifade etmişti: “Macron’un sandıktan çıkması Avrupa egemenlerine, dağılmaya yüz tutmuş kan kaybeden AB emperyalizmine, Frankfurt merkezli Avrupa finans çevrelerine “Fransız öpücüğü” olmuş olabilir. Ancak “Kapitalizmin Mozart’ı” olarak da takdim edilen Macron’un zaferinin Fransa’nın ve ‘Yaşlı Kıta’nın yaşadığı yapısal krizi gidermeye çare olacağı meçhul!”

 

Hareket ve iktidar

Macron, Sarı Yelekliler eyleminin karşısına emekçilere yönelik sermaye sınıfının bildik aşağılayıcı kibriyle dikilmeye çalıştı. Bunu aynı zamanda ordu ve polis gösterileriyle pekiştirmek istedi. Medyanın Sarı Yeleklileri şiddet ve Le Pen merkezli bir riskten ibaret gösterme çabasıyla birlikte son dönemin modası komplolar devreye sokuldu. Milliyetçi eğilimlerin bir parçası olarak halk hareketlerine yönelik komplocu yaklaşımların Sarı Yelekliler üzerinden de devreye sokulduğunu görüyoruz. Trump ya da Putin’i işaret eden analizlere (küresel liberal dönemin operasyonel şahsiyeti olarak öne çıkan ve bu dönemin kapanmasıyla Erdoğan’dan Trump’a herkesin hedefi haline gelen Soros’un adı da az da olsa anıldıktan sonra) şimdi de ‘darbe ihtimali’ eklenmiş durumda. Fransa’da bu manipülasyonların büyük karşılıklar bulmadığı, aksine Sarı Yeleklilerin halkın büyük kısmının desteğini almaya devam ettiğini de söylemek gerekir.

 

Türkiye’deki durumla da benzerlik gösteren bu yaklaşımlar muhalefetin etkisizleştirilmesinin ve üzerinden sınırsız bir baskı kurulmasının gerekçesi olarak gündeme taşınıyor. Bu durum aslında kapitalizmin toplumsal kapsayıcılık kapasitesini merkezi ve yerel her düzeyde, tümüyle kaybettiğini ortaya koyması bakımından önemli. Önümüzdeki dönemlerde ise sol bir yükseliş olmaksızın durumun kendiliğinden değişeceğini beklememek gerekir. Kriz içindeki kapitalizmin en çıplak yüzlerinden birisi bugün Fransa’da yürürlükte!

Henüz geleceğin nasıl olacağı da belirsiz ama insanlığın yeni bir aydınlanma mücadalesine, kendi sözünü söyleme arzusuna, adalet, eşitlik arayışına ve özgürlük beklentisine ne Macronların ne de köhnemiş kapitalizmin yanıt veremeyeceğini de biliyoruz!

Solun krizi
Fransa’da solun, eylemlerle mesafesi kapanmaya başlasa da genel mesafenin sabit kaldığı da bir gerçek. Sarı Yelekliler içindeki sağcı ve milliyetçi yaklaşımların varlığı alanı yakından bilenler tarafından da ifade ediliyor. Ancak hareketin bütününü bu parça üzerinden değerlendirmek de doğru değil, ki son günlerde hareketin çeşitliliğine ilişkin yeni bilgiler de bunu doğrular nitelikte. Akaryakıt zamlarına karşı başlayan hareketin ilerlediği noktada ortaya koyduğu taleplere bakıldığında neoliberalizme karşı bir başkaldırı niteliği görülüyor. Hareketin ana gövdesini oluşturanların Fransa’nın merkezinden çok taşrasında ikamet eden, (daha çok asgari ücretle geçinen) emekçi sınıf katmanlarından oluştuğu ve bu yanıyla da Macron’un temsil ettiği finans oligarşisinin dışında tüm halk kesimlerinin müttefiki olduğu eylemlerin yayılma ve kitleselleşme dinamikleriyle de bir gerçekliğe doğru everilmiş durumda.

Sol hareketlerin ve sendikaların bu eylemlere ilk andaki mesafesinin nedenleri genelde içindeki sağ eğilimler üzerinden açıklansa da asıl açıklanması gereken nokta emekçi kitlelerin solla ve sendikalarla arasına koyduğu mesafe olmalı. Böylesi bir halk hareketliliğinin solu bir çıkış kapısı olmak bir yana karşı çıktığı sistemin parçası olarak görmesinin nedenleri üzerinde durmalıyız. Bu Fransa’ya has bir durum değil elbette. Daha önceki halk isyanlarında da (genel olarak daha sola açık olmakla birlikte) sol örgütlere mesafe biliniyor. Bu durum hareketlerin ilk parlama anlarından sonra sönümlenmesi ya da Fransa’da da olduğu üzere daha sağ yaklaşımlarla da etkileşim içinde kendisini ifade etmeye meyletmesine neden olabiliyor. Ancak daha belirgin olan ise büyük bir temsil krizidir. Bunun bir yanı temsili demokrasi mekanizmalarının (biçimsel özelliklerini korusa da) gerçek anlamda ortadan kalkması bir yanı da bunun karşısında sisteme karşı çıkanların kendisini ifade edebileceği bir politik zeminin kurulamamış olmasıdır. Sol hareketlerin kapsayıcı bir politik perspektifle birlikte var olan örgütlenme yapılarını, bu hareketlilikle bütünleşecek yeni biçimlerine olan ihtiyaç burada bir kez daha kendisini ortaya koyuyor. Sisteme güveni kalmamış ancak alternatif bir sığınaktan da yoksun kitlelerin kendiliğinden hareketinin imkânları tam da burada kendi sınırlarını oluşturuyor. Bu sınırın ilerisine doğru adım atmak sol hareketin oynayacağı rolle ilgilidir.

Yeniden doğuş…
Sol bu rolü nasıl oynayabilir sorusunu kolay bir yanıtı yok. Ancak solun mevcut kurumsal yapılarının ve araçlarının hareketin kitlesel birikimini içerecek bir biçimde olmadığı da ortada. Bu durum bir yanıyla kriz olarak görülebilir ancak bugün yaşananları daha çok bir yeniden doğuş arifesi olarak görmek de mümkün. Devrimci siyaseti her dönemde geçerli tek bir politika ve örgütsel form belirleyerek kitleleri buraya davet etmek olarak anlamıyorsak bu krizi bir doğum sancısı olarak da görebiliriz. Devrimci siyaset tam da hareketlerin doğasına, hareket tarzına uyumlu yeni biçimlere kavuşabilir. Bunun keşfedileceği yer de hareketin kendisidir! O yüzden bu tür hareketlerin içindeki farklı eğilimlerin olması hatta kimi manipülasyonlara dahi açık yanları hareketin tam da bu önderlik yoksunluğundan kaynaklanan bir yanı olarak görülmeli ancak hareketlerle bütünleşmenin önünde bir set oluşturmamalıdır. Aksine tam da bu açıklık bir mücadele alanı olarak değerlendirilerek inisiyatif alabilmenin yolları aranmalıdır. Solun kapsayıcı-katılımcı yeni siyasetleri bu arayışın içinde somut biçimlerini bulacaktır.

Bize düşen…
Son alarak bu hareketin Türkiye açısından da derslerini hatırlatmakta fayda var. Macron iktidara geldiğinde, neredeyse Fransa kadar Türkiye’de de muhalefet hareketi içinde yankı bulmuş, bir Macron illüzyonunun burada nasıl yaratılacağı tartışılmaya başlanmıştı. Hasan Cemal de o dönemde ‘ve sol popülizmi yenen yeni Fransız devrimini selamlıyor, Türkiye’nin bir Macron’dan geçeceğini müjdeliyordu! Aslında Fransa’da iktidarın da muhalefetin de durumu pek benzer. Macron’da aranan küreselleşme döneminin AB merkezli liberal demokrasi mavralarına geri dönüşten başka bir şey değil! Türkiye’de bunun karşılığı ise bir dönemin pek moda deyimiyle 2002’lere geri dönüştü. Bunlar geride kaldı, bir dönem sona erdi! Henüz geleceğin nasıl olacağı da belirsiz ama insanlığın yeni bir aydınlanma mücadalesine, kendi sözünü söyleme arzusuna, adalet, eşitlik arayışına ve özgürlük beklentisine ne Macronların ne de köhnemiş kapitalizmin yanıt veremeyeceğini de biliyoruz!

Bize düşen, ‘sefalet eken öfke biçer’ diyen milyonların öfkesini kurucu bir siyasete dönüştürmenin yollarını aramaya devam etmekten ibaret!



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI