Bugun...



Pannekoek’in Örgütlenme Üzerine’sine John Holloway’in Önsözü

ARCHIVE PANNEKOEK ON ORGANISATION Introduced by John Holloway Anton Pannekoek (1873-1960), often regarded simply as an "Ultra-left" opponent of Lenin, was one of the leading theorists of the Council Communist movement in the late 1920s and the 1930s . The article reprinted here was first published under the pseudonym J . Harper in the theoretical Genellikle Lenin’in “Ultra-Sol” rakibi olarak görülen Anton Pannekoek (1873-1960), 1920’lerin sonlarında ve 1930’larda Konsey Komünizmi hareketinin ileri gelen teorisyenlerinden biriydi.

facebook-paylas
Tarih: 18-07-2018 22:57

Pannekoek’in Örgütlenme Üzerine’sine John Holloway’in Önsözü

Pannekoek’in Örgütlenme Üzerine’sine John Holloway’in Önsözü

 

ARCHIVE

 PANNEKOEK ON ORGANISATION

Introduced by John Holloway Anton Pannekoek (1873-1960), often regarded simply as an "Ultra-left" opponent of Lenin, was one of the leading theorists of the Council Communist movement in the late 1920s and the 1930s . The article reprinted here was first published under the pseudonym J . Harper in the theoretical

Genellikle Lenin’in “Ultra-Sol” rakibi olarak görülen Anton Pannekoek (1873-1960), 1920’lerin sonlarında ve 1930’larda Konsey Komünizmi hareketinin ileri gelen teorisyenlerinden biriydi. Burada yeniden yayınlanan makale ilk olarak 1938’de Amerikan Konsey Komünistlerinin teorik dergisi Yaşayan Marksizm’de J. Harper müstear adıyla yayınlandı.

Konsey komünistleri işçi sınıfı örgütlenmesinin bir biçimi olarak partiyi reddediyordu. Çoğu, Üçüncü Enternasyonal ile 1921’deki Üçüncü Kongresi’nde yollarını ayıran Alman Komünist İşçi Partisi’nin (KAPD) üyeleriydi. Bu nedenle sadece Stalinizm’i değil, Leninizm’i de reddederek, Rus deneyimlerinden çıkardıkları sonuçlar, birkaç yıl sonra “ortodoks” kanattan ayrılmış olan Troçkistlerin vardıkları sonuçlardan çok daha radikaldi. Özellikle, devrim sonrası Rusya’nın otoriter, bürokratik doğasını öncü partinin otoriter doğasıyla ilişkilendirdiler. Doğrusu bu hata sadece Lenin’in parti kavramında değil, bir örgütlenme biçimi olarak partinin kendisinde de yatıyor. İşçi sınıfı hareketinin erken dönem ürünü olan parti, işçi sınıfının olgunlaşmamışlığı varsayımına, işçi sınıfının, emekçi sınıfın burjuvaziyi devirmek için kendi çıkarları adına liderlere ihtiyaç duyduğu varsayımına dayanıyordu. Parti kavramı, partinin siyasal iktidarı yenme veya siyasal iktidarın ele geçirilmesi, ardından da toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gibi bir devrim anlayışına tartışılmaz bir şekilde bağlanmıştı. Konsey komünistleri açısından, “devrimci parti” terimi kendisiyle çelişkiliydi, çünkü sosyalist devrim yalnızca işçi sınıfı tarafından toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi sürecini ifade edebilirken, parti, olgunlaşmamışlığı varsayımıyla işçi sınıfını dışlıyordu. Pannekoek sol “parti komünistleri”ne şöyle yanıt veriyordu:

Bir “devrimci parti” rüyası görenler, bugüne kadarki gelişmelerden yalnızca yarım, sınırlı öğrenmişlerdir. Sosyalist ve Komünist partiler sömürünün devam etmesini sağlamak için burjuva düzeninin organları haline geldiklerinde, bu iyi niyetli insanlar yapmalarını gerekenin sadece daha iyisini becermek olduğu sonucuna vardılar. Onlar, bu partilerin yenilgisinin altında çok daha derin bir çelişkinin, tüm sınıfın kendi gücüne dayanarak kendi kendini özgürleştirmesi ile devrimin işçi dostu yeni bir yönetim eliyle pasifleştirilmesi arasındaki çelişkinin yattığını anlayamazlar” (Pannekoek, “Partei und Arbeiterklasse, Ratekorrespondenz,” 1963).

Sosyalizm, işçi sınıfının kendi kurtuluşu anlamına geldiği için, ancak olgun işçi sınıfı tarafından mücadele içinde geliştirilen örgütlenme biçimleri üzerinden ulaşılabilirdi. Bu yeni mücadele biçimleri halihazırda belirmeye başlamıştı (Pannekoek’in Capital and Class‘ın 1. sayısındaki ‘New Workers’ Movement’ta işaret ettiği gibi) ve 1905 ve 1917’de Rusya’da ortaya çıkan konseylerde ya da sovyetlerde en gelişmiş ifadelerini buldular.

Burada yeniden basılan makalede Pannekoek, konseyleri parlamento demokrasisinin burjuva biçimleriyle karşılaştırır; başka yerlerde ise, (Bolshewismus und Demokratie, 1919) konseylerin “kişiler değil, emek üzerine kurulu” olduğunu vurgulayarak çelişkiyi güzelce özetlemiştir. Dolayısıyla konseylerin önemi, örgütsel bir model sunuyor olmaları değildir – Konsey Komünistlerinin savundukları tam da, tarihdışı bir model olamayacağıydı – bunun yerine bir prensibi ifade ediyorlardı, bağımsız sınıf örgütlenmesi prensibini. Devrim ancak proletaryanın sınıf örgütlenmesini geliştirdiği uzun bir süreç olabilirdi:

“İşçi konseyleri fikri, pratik uygulamaya yönelik – yarın ya da birkaç yıl içinde – bir program değildir, henüz işçi sınıfının önünde duran uzun süreli ve zorlu özgürlük mücadelesi için genel bir rehberdir” (Pannekoek, Uber Arbeiterrate, 1952).

Konsey komünistleri çok az doğrudan politik etki yaptılar ve “çalışma grupları”nın çeşitli ülkelerde yıllardan beri var olmaya devam etmelerine rağmen asla çok büyük olmadılar. Politik etkileri ne olursa olsun, yine de, bugün onların çalışmaları sosyalistler için çok yararlı olmaya devam ediyor. Muhtemelen, son on yıldaki sosyalist faaliyetlerin yükselişi, işçi sınıfının pratiği için parti örgütlenmesinin artan ilgisizliğini göstermiştir. Öncüllerimizin mücadeleleri ile inşa edilen örgütlenme biçimlerine tarihdışı bir bağlılıkla tutunmak ve tüm meselelerin devrimci parti ve revizyonist parti arasındaki sözüm ona her şeyi belirleyen zıtlaşma açısından tanımlanmasına izin vermek yerine, belki de parti kavramını sınıf mücadelesinin tarihsel gelişimi bağlamında yeniden incelemek, “parti” ve “örgütlenme”nin eşanlamlı olmaktan çok uzak olduğunu hatırlamak gereklidir.”

Ayrıca, Konsey Komünistlerinin çalışmaları, örgütlenme meselesinin, burjuva siyasal biçimlerinin tarihse gelişiminden, (bir süreç veya olay olarak) devrim kavramından, işçi sınıfı eyleminin “prefigüratif” formlarının gelişiminden, Doğu Avrupa’nın analizinden, demokrasi meselesinden, yani Capital and Class’ta henüz kendilerine yer bulamamış olsalar da CSE Konferanslarının hâkim gündemi olmayan başlayan tüm o meselelerden ayrı ele alınamayacağını net şekilde ortaya koymaktadır. Burada Arşiv bölümünde yer verilmiş olsalar da, umalım ki Pannekoek strateji üzerine daha fazla tartışmaya vesile olabilir.

Belki de bu önsözü “Yaşayan Marksizm”in baş itici gücü Paul Mattick’ten bir hatırlatma ile sonlandırmak yerinde olur:

“Tek başına, işçilerin kendi girişimleri ve öz-örgütlenmeleri kurtuluşları için hiçbir garanti sağlamaz. Toplumsal sınıf bölünmelerini ortadan kaldıran ve üretim ve dağıtımın kontrolünün ulusal devlet tarafından yapılmasına dayanan yenilerinin ortaya çıkmasına engel olan bir konsey sistemi aracılığıyla, üretimde sermaye-emek ilişkisinin ortadan kaldırılmasıya gerçekleştirilmeli ve sürdürülmelidir. Ancak, bu her ne kadar zor olursa olsun, mevcut devlet-kapitalist sistemlerinin tarihi, bunun sosyalist bir topluma giden yegâne yol olduğuna dair pek şüpheye yer bırakmıyor.”(Anti-Bolshevik Communism, 1978, p., xi).




Kaynak: Dünyadan çeviri-Serap Şen

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1037 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI