Bugun...



Osmanlıdan Cumhuriyete miras: Anadolu’nun Türkleştirilmesinde Pontos Helen soykırımı

1911’de başlayan Helenlerle ticaret ambargosu ve 1913 sonlarından itibaren benimsenen, Helenlerin doğu Trakya’dan ve Anadolu’nun Ege kıyılarından “göç etmesini teşvik” eden önlemler gibi eylemlerin de kanıtladığı üzere, Osmanlı devletinin, hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan Helen varlığını ortadan kaldırmaya dönük bir planı vardı.

facebook-paylas
Tarih: 07-05-2017 11:38

Osmanlıdan Cumhuriyete miras:   Anadolu’nun Türkleştirilmesinde Pontos Helen soykırımı

Osmanlıdan Cumhuriyete miras:

Anadolu’nun Türkleştirilmesinde Pontos Helen soykırımı

 Panagiotis Diamantis*

Pontos soykırımı

Kostas Fotiadis

Pontos Rum Soykırımı, Ermenilerin aynı dönemde maruz kaldığı çok sayıdaki trajik olay nedeniyle Ermeni Soykırımının gölgesinde kaldı. Aynı zamanda devletler arası belirli düzenlemeler ve çıkarlar adına da hükümet ve diplomatik talimatlarla sessizce geçiştirildi. Bu etnik temizlik planı ilk aşamasında Hıristiyan etnik toplulukların imhasını ve ikinci aşamasında da Müslüman etnik grupların Türkleştirilmesini hedefliyordu. Bu plan Birinci Dünya Savaşı sırasında tamamlanamasa da Kemalist, Kemalizm sonrası ve günümüz Türkiye’sinin militarist çevrelerince terk edilmedi. Sonraki hükümetlerin Küçük Asya’nın etnik gruplarına ve özellikle de Kürt ulusuna karşı son on yılki siyasi tutumu, bu etnik temizlik planının halen var olduğunu ve aktif şekilde sürdürüldüğünü gösteriyor.

… Mustafa Kemal ve sonraki hükümetlerin liderleri, Topal Osman gibi terörist ve katil çetelerine dayandığı ve onların desteğiyle yürütüldüğü için, ulusal kurtuluş hareketlerinden gurur duyamazlar. Etnik temizlik planından haberdar olmadıkları mazereti de geçerli olamaz, çünkü Murat Yüksel’in de söylediği gibi:

“Zavallı Giresun (Kerasounta) sakinlerinin yakarışlarını ve şikayetlerini kimse dinlemiyordu ve suçlamalarına kimse kulak asmıyordu. Mahkeme arşivleri Topal Osman’a karşı suçlamalarla doluydu. Ama Topal Osman’ın eylemleri gizli bir güç tarafından örtbas edilmekle kalmıyor, aksine, işlediği her cinayet ve ona karşı yapılan her suçlama, askeri hiyerarşinin basamaklarını tırmanmasına yardımcı oluyordu. Giresun’daki en üst düzey askeri yetkili oydu ve her şey onun idaresinde idi. Emirler veriyor, insanları asıp kesiyor, kimse de tek söz edemiyordu.

Topal Osman Türk askerleri ve memurları bile döve döve öldürüyordu. Güç gösterisi, sertlik, zulüm ve pogromlar tek keyif kaynağıydı onun. Kanundan korkusu yoktu, hükümete saygı duymuyordu. Sayısız masum yurttaşın canını alan bu lanet adam, sonunda siyasal suikastlara girişti.”

Bugün Mustafa Kemal’in ölümünden 60 yıl sonra bile, Türk tarihçiler tarihsel hakikatleri yayınlamaya cesaret edemiyorlar. Topal Osman’ın arkasında kendi büyük liderleri Mustafa Kemal’in olduğunu (zengin bir arşiv sayesinde) bilmelerine rağmen bunu yapmayacaklar. Çünkü bu hakikatlerin ortaya çıkması idollerini paramparça eder. İnsanlık tarihinde kurtuluş mücadelesini böylesine sefil katil çetelerine dayandıran başka bir “büyük devrimci” yoktur. Şahsi korumasını, adı Türkler arasında bile dehşet uyandıran en yavuz, talancı ve suçlu çeteciden seçen başka bir lider de yoktur. Ve siyasi liderler, siyasal cinayetlere ilişkin kendi ahlaki sorumluluklarını katil çetelerinin arkasına nadiren saklarlar…

Pontos Helenlerinin trajedisine ilişkin Dışişleri Bakanlıklarının yayınlanmamış belgeleri ve diğer kamuya açık ve özel arşivler sonsuz. Yunan-Türk nüfus mübadelesine dek, toplamda 353.000’den fazla Pontos Helen’i Jön Türklerin ve Kemalist ajanların ellerinde, şehir ve köylerde, dağlarda ve vadilerde, sürgün yerlerinde ve toplama kamplarında elim bir şekilde öldü. En sonunda, birçokları, Pontosluların Osmanlı vatandaşı olarak zorla alındıkları Türk ordusunun amele taburlarında imha edildi.

J. Gerard, G. Horton’un “The curse of Asia” (Asya’nın laneti) kitabına önsözünde şöyle yazıyor:

“… Milattan yirmi yüzyıl sonra, Türkler gibi sayısal olarak az ve gerici bir halkın, medeniyete ve insanlığın ilerlemesine karşı böylesi suçlar işleyebilmiş olması gerçeği, tüm vicdanlı insanları durup düşündürmeli… ABD’nin onların tek umudu olduğunu bilmemize rağmen, mahvolan Hıristiyanların çaresiz yardım çığlıklarına kulaklarımızı tıkadık ve ülkemizde, onlardan siyasal ve maddi faydalar elde edebilmek adına Türkler tarafından işlenen suçların örtbas edilmesine ve eylemlerinin affına yönelik sürekli artan bir eğilim olduğu artık açık.”

Bir Amerikalı tarafından Amerikan politikasına dair ifade edilen bu sözler, taraflı olmaması itibariyle önemli. Amerikalıların Türkleri Doğu Akdeniz’deki en güvenilir müttefikleri olarak gördükleri ve hala da görmeye devam ettikleri bilinen bir gerçek. Aynı duygu, Türkleri Ortadoğu’daki “fahri Almanlar” sayan Almanlarda da mevcut. Öte yandan İngiliz ve Fransızlar da Ortadoğu bölgesinin kontrolüne yönelik bu ahlaksız siyasi oyunda arkada kalmak istemediler ve Türklerle iyi ilişkiler kurmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Sonuç olarak Küçük Asya halklarının tepesinde bir değil birçok patron vardı.

Her ulus kendisine yapılan adaletsizliklerin resmen tanınmasını ısrarla talep etme hakkına sahiptir. Günümüz gerçekliğinde görmezden gelmenin ve ertelemenin hiçbir gerekçesi olamaz. Tarih, sırası geldiğinde, ayak sürüyenleri cezalandıracaktır.

Türkiye’nin canice etnik temizlik politikası bugün halen devam ediyor. Ordu kontrolündeki hükümetlerinin ve halklarının, Kürt lider Öcalan’la ilgili son olay sırasında İtalya’ya karşı eylemleri bunun örneği. Bu olay, Türkiye’nin tutum değiştirmediğinin ve insani değerlere ve bugün Türkiye’de yaşayan tüm etnik grupların haklarına saygı göstermeye hazır olmadığının en bariz göstergesi.

Türkiye’nin ordu yönetimindeki devleti, gerçek bir terörist gibi, Pan-Türkist imparatorluğun diriltilmesi vizyonu ile tüm komşularını tehdit etmeye devam ediyor. Bunun olabilmesinin sebebi, bugüne kadar, Türkiye’nin hiçbir uluslararası örgüt tarafından işlediği suçların hesabını vermeye ve özür dilemeye çağrılmamış olması. Bu yüzden uluslararası toplum da bu suça ortak, çünkü Türkiye’nin suçlarını hoş görüyor veya bir şekilde sessiz kalıyor. Bu suçlardan hepimiz ahlaken mesulüz.

Dünya barışını korumak amacıyla kurulmuş uluslararası örgütlerin, Birleşmiş Milletler Şartı doğrultusundaki sorumlulukları karşısında aktif ve gerçek bir tutum almalarının, adaleti sağlamalarının ve temel insanlık ilkelerine saygı göstermelerinin zamanının geldiği düşüncesindeyim. İnsan Hakları Yüksek Mahkemesi [Uluslararası Ceza Mahkemesi, ÇN] kapsamında, mevcut resmî belgelere dayalı olarak dönemin trajik olaylarını aydınlatacak bir mahkeme kurulması zorunlu. Pontos Rumlarının, uğradıkları soykırımın tanınmasına yönelik arayışı, Türk halkının kurtuluşu için de bir saik ve mesaj içeriyor.

Avrupa’nın Yahudilerine karşı ve Slav halklarına karşı, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı tarafından korkunç bir soykırım suçu işlendi. Ancak bu ülke özür diledi ve kurbanların yakınlarından af diledi. Almanya tazminatlar ödedi ve bugüne kadar da soykırım konusundaki sorumluluğunu vurgulamaya devam ediyor.

Avrupa Birliği üyesi olmak için böylesine çabalayan modern Türkiye, bir Avrupa ülkesi sayılmak istiyorsa eğer, Almanya’yı örnek almalı. İşlediği sayısız soykırımın ve bugün işlemeye devam ettiği suçların sorumluluğunu üstlenmeli. Bu korkunç eylemler dolayısıyla af dilemeli ve tüm insanlığı ve kendisini, bu eylemleri bir daha tekrarlamayacağı konusunda temin etmeli. Yeni Türk nesillerinin ruhunu ve vicdanını, onlara işkence edecek ve Avrupa medeniyetinin değerlerini gerçekçi bir şekilde benimsemelerinin önüne geçecek anlamsız karmaşıklıklardan ancak bu şekilde kurtarabilir.

Böylesi bir mahkemenin yakın zamanda kurulacağına inancımla, burada, Türk ordusunun namuslu bir subayı olan Mehmet Rauf Efendi’nin ifadesini, Kemalistler tarafından Hıristiyan nüfusuna karşı işlenen, insanlığa karşı suçlar konusunda bir kanıt olarak sunuyorum.

Konu: Merzifon’daki hadiseler

Sakarya muharebesini takiben Müdafaa-i Milliye geri çekilirken, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Osman Ağa’ya hızla gelip çetesi ile muharebeye katılması emrini verdi. Osman Ağa emri aldığında, Samsun üzerinden Ankara’ya gitmek için hemen yola çıktı. Samsun’a ulaşır ulaşmaz sivil Rumları katletmeye başladı. Üç gün sonra, akşam 8 sularında (Avrupa saati ile) Merzifon tamamen kuşatılmıştı. Osman, eylemlerine karşı çıkmalarını engellemek için Türk belediye başkanını ve jandarmaları gözaltına aldırdı. Böylelikle Rum nüfusun hayatı, onuru ve mülkü onun çetesinin insafına kaldı. Sonraki dört-beş gün boyunca, çocuklar dahil tüm Rum nüfus katledildi ve mülklerine ve çiftlik hayvanlarına el konuldu. Sonunda tüm Rum mahalleler çeteler tarafından ateşe verildi. Merzifon’un bu şekilde yıkılmasından iki gün sonra, Osman ve çetesi Çorum’a hareket etti.

Profesör Kostas Fotiadis, Selanik Aristotle Üniversitesi, Florina Eğitim Fakültesi, kfotiadi@eled-fl.auth.gr

(20 Mayıs 2000’de Kanada’nın Toronto kentinde düzenlenen İnsan Hakları Uluslararası Konferansında yapılan sunumun özeti, İngilizceye tercüme eden George Efstratiades, Türkçe tercümesi: Mavri Thalassa)

1911’de başlayan Helenlerle ticaret ambargosu ve 1913 sonlarından itibaren benimsenen, Helenlerin doğu Trakya’dan ve Anadolu’nun Ege kıyılarından “göç etmesini teşvik” eden önlemler gibi eylemlerin de kanıtladığı üzere, Osmanlı devletinin, hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan Helen varlığını ortadan kaldırmaya dönük bir planı vardı.

Geçtiğimiz yıllarda, Anadolu’nun Karadeniz bölgesine bir ilgi artışı söz konusu oldu ve çok sayıda dilbilimsel, kültürel, antropolojik ve tarihsel çalışma yapıldı. Türkiye’de bu çalışmaların en tartışma yaratanları, 1916 ile 1924 yılları arasında Pontos Helenlerinin Soykırımını ele alanlar oldu.

 

Uluslararası yasalara göre, soykırım suçu, ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu, tamamen veya kısmen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki eylemlerden herhangi biridir:

 

Grup üyelerinin kasten öldürülmesi.

Grup üyelerinin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verilmesi.

Grubun, tamamen veya kısmen yok olması sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.

Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.

Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.

 

Pontos Helenleri – hatta Anadolulu tüm Helenler – 1916 ile 1924 arasında bu eylemlerin tümüne maruz kalmışlardır. Kendilerinin yanı sıra, devlet görevlilerinin ve diplomatların tanıklıklarının, basından ve kişisel kaynakların kanıtladığı üzere, Pontos Helenleri soykırım kurbanı oldular.

 

İttihat Terakki, 1910 Konferansı, Selanik: “Er ya da geç tüm Türk tebaanın Osmanlılaştırılması sağlanmalıdır, ancak şu netleşmektedir ki bu hedefe asla ikna yolu ile ulaşılamaz ve zor yoluna başvurulmalıdır.”

 

İttihat Terakki, 1911 Konferansı, Selanik (İttihat ideologu Dr. Bahattin Şakir): “İmparatorluğumuzda eski dönemlerden kalan milletler, yabancı ve zararlı otlarla akrabadır ve kökleri sökülmelidirler. Vatanımızı temizlemek için…”

Birleşmiş Milletler’in tanımı (uluslararası hukuktaki tek tanımdır), soykırım olması için, ölüm ve yıkıma uğratma eylemlerinin hayata geçirilmeden önce planlanmış ve organize edilmiş olmasını şart koşar. Böylesi planlar ilk kez İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’teki Ekim 1910 Konferansı’nda önerilmiş ve hazırlanmıştır. Times gazetesinin de 3 Ekim 1911’de, 3. sayfasında “Selanik Kongresi, Jön Türkler ve Programları” başlıklı haberi ile bildirdiği üzere, Merkez Komite önergesinde şöyle deniliyordu:

 

“Er ya da geç tüm Türk tebaanın Osmanlılaştırılması sağlanmalıdır, ancak şu netleşmektedir ki bu hedefe asla ikna yolu ile ulaşılamaz ve zor yoluna başvurulmalıdır.”

 

Yine Selanik’te Talat Paşa başkanlığında gerçekleştirilen 1911 Kongresi’nde, İttihat ideologu Dr. Bahattin Şakir şunları söylemiştir:

 

“İmparatorluğumuzda eski dönemlerden kalan milletler, yabancı ve zararlı otlarla akrabadır ve kökleri sökülmelidirler. Vatanımızı temizlemek için…”

 

Bunun gibi belgelerin yanı sıra 1911’de başlayan Helenlerle ticaret ambargosu ve 1913 sonlarından itibaren benimsenen, Helenlerin doğu Trakya’dan ve Anadolu’nun Ege kıyılarından “göç etmesini teşvik” eden önlemler gibi eylemlerin de kanıtladığı üzere, Osmanlı devletinin, hakimiyeti altındaki topraklarda yaşayan Helen varlığını ortadan kaldırmaya dönük bir planı vardı. Bu planların sonucunda, neredeyse 3 milyona yakın Helen öldürüldü, Türklerin denetimi dışındaki bölgelere kaçmaya zorlandı veya zorla İslam’ı kabul ettiler. 1920 ortaları itibariyle, Anadolu’da yaşayan Hıristiyan Helen varlığı neredeyse yok olmuştu.

 

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, Helenlerin terörize edilerek Osmanlı İmparatorluğu’ndan sürülmesi kampanyası soykırım düzeyine yükseldi. Batıdan doğuya doğru tüm İmparatorluk topraklarında Helen erkekler, kadınlar ve çocuklar sürgün edildi ve katledildi.

 

1916’dan itibaren, Pontos (Karadeniz’in güney kıyısı) Helenleri hedeflendi. İngiliz savaş esiri E.H. Keeling (1924) tarafından Adventures in Turkey and Russia (Türkiye ve Rusya’daki Maceralarım) kitabında aktarıldığı üzere:

 

Esaretimiz sırasında (Kastamonu’da) Yunanların sayısı Karadeniz kıyısından gözetim altında getirilen, çaputa sarılmış çıplak ayaklı, sırtlarında inanılmaz ağır yükler taşıyan yüzlerce kadın ve çocuk sürgünle arttı.

 

Binlerce kurban açlık, susuzluk, bitkinlik, zorlu hava koşulları ve Osmanlı askerlerinin şiddeti nedeniyle hayatını kaybetti.

 

Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun Ekim 1918’de çöküşü, kısa bir soluklanma imkanı oldu. Savaşın sonu ve Sultan’ın düşüşü, yıllarca süren eziyetten kurtulma ümidi oldu. Ancak Kemalist hareketin yükselişi, bu ümitlerin de sonu oldu. Anadolu’nun Türk kontrolü altındaki kesimlerinde, katliamlar yeniden başladı.

 

Ekim 1922’de, tüm Anadolu’yu denetim altına alan Mustafa Kemal hükümeti, kalan tüm Hıristiyan Helenlerin kovulması talimatını verdi. İslam’a dönenler, Helence konuşsalar da artık Helen sayılmadığı için muaf tutuldular. Helen-Türk nüfuslarının ‘mübadelesi’ sonucu, Helen Soykırımı’ndan kurtulanlar anayurtlarını sonsuza dek terk etmek zorunda kaldılar.

 

Bu insani felaket, Avustralya dahil, daha önce görülmedik çapta bir uluslararası yardımı ateşledi. 1920’ler boyunca Yunanistan’a dağılmış olan kurtulanlara nakit, gıda, battaniye ve giyecek yardımları gönderildi. Düzinelerce Avustralyalı, Amerikalı ve Avrupalı, buralarda yıllarca kaldılar ve Helen Soykırımı’ndan kurtulanların, onlar için tanıdık olmayan bu yeni topraklarda yeni bir hayat kurmasına yardım ettiler.

 

1922 ile 1926 arasında, Milletler Cemiyeti’nin kuzey Yunanistan’daki Mülteciler Komiseri olan Avustralya doğumlu albay George Devine Treloar, bu insanlara bir örnek. Helen Soykırımı’ndan kurtulan 108 bin erkek, kadın ve çocuğun hayatını kurtardı. Raporları, mektupları ve fotoğrafları, dizginsiz nefretin sonuçlarının acı hatıraları.

 

Helen Soykırımı’na ilişkin açığa çıkan gerçekler, medya, devlet görevlileri ve diplomatlar tarafından titizlikle belgelendi. Türk, Avrupalı, Amerikalı ve Avustralyalı kaynaklardan elde edilen belgeler, inkar edilemez gerçeğin bir resmini sunuyor: Anadolulu Hıristiyan nüfusun – Helenler, Ermeniler ve Asuriler – yıkımı, titizlikle planlandı ve hayata geçirildi.

 

Yüzyıl sonra, Helenler acılarının tanınması için adalet istiyorlar.

 

Siyaset Bilimi Doktoru, Sydney Üniversitesi, Avustralya

Çeviri: Mavri Thalassa




Kaynak: Dünyadan çeviri/ Mavri Thalassa

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1107 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI