Bugun...



Güçler ayrılığı ve Avrupa ile İslami Ortadoğu arasındaki kurumsal ayrışmanın Ortaçağ’daki kökenleri

Sürdürülebilir ekonomik büyümenin kökenlerini Avrupa’nın benzersiz kurumsal çerçevesinde gören etkili bir literatür var. Bu makalede, Avrupa’nın özgün kurumsal bağlamını daha iyi anlamayı sağlayacak kavramsal bir çerçeve önermek için, tarihsel bulguları süregiden araştırmamın çıkarımlarıyla birleştiriyorum. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü takip eden bir dizi şokun,

facebook-paylas
Güncelleme: 19-04-2017 05:48:09 Tarih: 18-04-2017 10:26

Güçler ayrılığı ve Avrupa ile İslami Ortadoğu arasındaki kurumsal ayrışmanın Ortaçağ’daki kökenleri

 

 

Güçler ayrılığı ve Avrupa ile İslami Ortadoğu arasındaki kurumsal ayrışmanın Ortaçağ’daki kökenleri

Eric Chaney

 

Özet

Sürdürülebilir ekonomik büyümenin kökenlerini Avrupa’nın benzersiz kurumsal çerçevesinde gören etkili bir literatür var. Bu makalede, Avrupa’nın özgün kurumsal bağlamını daha iyi anlamayı sağlayacak kavramsal bir çerçeve önermek için, tarihsel bulguları süregiden araştırmamın çıkarımlarıyla birleştiriyorum. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü takip eden bir dizi şokun, toprak sahibi aristokrasi, ruhban sınıf ve hükümdar arasında aşamalı bir güçler ayrılığına yol açtığını gösteriyorum. Bu güçler ayrılığı ise, nihayetinde, büyümeyi artıran kurumsal yenilenmeye benzersiz şekilde olanak sağlayan bir siyasal ortam sağladı. Ortadoğu’da hükümdarlar benzer bir şoklar dizisini yaşamadılar ve köle ordularının kullanımı üzerinden, Avrupa tarzı bir güçler ayrılığının önüne geçebildiler.

  1. Giriş

Sürdürülebilir ekonomik büyümenin kökenlerini Avrupa’nın benzersiz kurumsal çerçevesinde gören etkili bir literatür var. Ancak bu kurumların ortaya çıkışına katkıda bulunan olaylar ve etmenler bilimsel tartışmanın konusu olmayı sürdürüyor.

Bu makalede tarihsel bulguları süregiden araştırmanın (Blaydes ve Chaney 2011, Chaney 2011) çıkarımlarıyla birleştirerek bu tartışmaya katkıda bulunuyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi öncesi (yani 9. ve 15. yüzyıllar arası döneme odaklanıyorum) İslami Ortadoğu’daki kurumsal denklem ile karşılaştırma üzerinden Avrupa’nın parlamentoları, şehir devletlerini, seçiciler kurullarını, gayri şahsi değiş tokuşu vs. içeren özgün kurumsal bağlamının ortaya çıkışını daha iyi anlamayı sağlayacak bir tarihsel anlatı ve kavramsal çerçeve öneriyorum.[2]

Monoteist ruhban sınıfın mevcudiyetinin, Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü (476) izleyen bir dizi şokla birlikte, Avrupa’da toprak sahibi aristokrasi, Kilise ve hükümdar arasında aşamalı bir güçler ayrılığına yol açtığını gösteriyorum. Bu güçler ayrılığı, nihayetinde, büyümeyi artıran kurumsal yenilenmeye benzersiz şekilde olanak sağlayan bir siyasal ortam sağladı.

Ortadoğu’da hükümdarlar benzer bir şoklar dizisi yaşamadılar ve toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkmasını önlemek için köle orduları (memlukler) ithal ederek Avrupa tarzı bir güçler ayrılığını engelleyebildiler. Hükümdar askeri güç üzerinde kontrol sürdürürken, dini önderler popüler koordinasyon ağları üzerinde bir tekel idame ettirdiler. Bu denklemde askeri liderler, ekonomik fazlanın tahsisatı üzerinde kontrol karşılığında, dini seçkinlerin sivil kurumları terkip ve kontrol etmesine izin verdiler. Netice itibariyle kurumlar, hükümdarın ve dini seçkinlerin rantlarını müştereken maksimize etmeye uygun şekilde terkip edildi. Bu seçkinlerin siyasal iktidarının kaynakları, uzun vadede olumsuz ekonomik etkileri olan kurumsal gelişmelere yol açtı.

Devletler içinde güçlü siyasal gruplar arasındaki rekabetin kurumsal değişimi kolaylaştırdığını öne süren bu makaledeki analiz, böylesi bir güçler ayrılığının hayırlı etkilerini açığa çıkaran yakın tarihli çalışmaları tamamlamakta (örn. Persson vd. 1997). Ek olarak analiz Avrupa devletleri arasındaki rekabetin ekonomik ilerlemeyi kolaylaştırmadaki önemini gösteren araştırmalar açısından da tamamlayıcı (örn. Mokyr 2002, s. 276).

Son olarak, bu analizi Batı’nın yükselişi üzerine diğer çalışmalara tamamlayıcı olarak gördüğümü vurgulamam önemli. İlk başta güçler ayrılığını yaşayan birçok bölge, sonunda daha az dinamik bir denkleme geri dönmüş görünüyor. Bu noktada, Atlantik keşiflerinin bazı Batı Avrupa entitelerinin evrimini olumlu etkilerken (Acemoğlu ve Robinson 2005) diğerlerini olumsuz etkilediğini (Drelichman ve Voth 2008) gösteren bulgular, Ortaçağ’ın hükümdar-kısıtlayıcı kurumlarının bazı bölgelerde diğerlerine nazaran neden kayda değer ölçüde ayakta kaldığını anlamak için esaslı öneme sahip.

  1. Kurumsal Ayrışma: Avrupa ve Ortadoğu

Bilim insanları, MS 1000 yılında Ortadoğu Avrupa’dan ekonomik olarak daha gelişmiş durumdayken MS 17. yüzyılda durumun tersine döndüğü konusunda genellikle mutabıktırlar (örn. Issawi 1980). Talihteki bu dönüşün kökenlerini Ortaçağ Avrupa’sında yaşanan bir dolu kurumsal değişiklikte gören etkili bir bilimsel çizgi var. Bir dizi yayında, Avner Greif, gayri şahsi değiş tokuşu destekleyen Avrupa kurumlarının ortaya çıkışının ekonomik önemini vurguladı (bkz. Greif 2006 ve referansları). DeLong ve Shleifer (1993) ve daha yakın tarihte de van Zanden vd. (2011), hükümdar-kısıtlayıcı kurumların önemini vurguladı. Öte yandan diğer başka yazarlar da diğer kurumsal alanlardaki önemli değişimlerin altını çizdiler (örn. van Zanden 2008). Hangi kurumların Avrupa’nın büyümesinde esas uyarıcı olduğundan bağımsız olarak, Ortadoğu’nun büyümeyi artıran benzer bir kurumsal çerçeve geliştirmediği konusunda yaygın bir konsensüs var (örn. Pamuk 2004, 2007; Kuran 2011).

Bu çalışmalar Avrupa’nın erken bir tarihten itibaren geliştirdiği kurumsal avantajlara dair anlayışımıza önemli katkılar sağlamasına rağmen, bu kurumların gelişmesinin yolunu açan olaylar bilimsel tartışma konusu olmayı sürdürüyor. Bu makalede, bu kurumsal ayrışmayı daha iyi anlamayı sağlayacak bir tarihsel anlatı ve kavramsal çerçeve sunuyorum. Bunu yapmak için, Acemoğlu ve Robinson’un (2008) yaklaşımını izliyorum ve hem tarihsel bulguları hem de yakın tarihli ampirik bulguları (Blaydes ve Chaney 2011’de) yorumlamak için hem Avrupa hem de Ortadoğu’da siyasal iktidarı elinde tutan grupların eylemlerine ve yüz yüze kaldıkları kısıtlamalara odaklanıyorum. Avrupa’da ve/veya Ortadoğu’da ciddi siyasal iktidar sahibi üç gruba odaklanıyorum: hükümdar, ordu ve dini önderler.

  1. Avrupa ve Ortadoğu’da “Klasik” Denklem

Avrupa’da MS 800 öncesi kurumsal denklem, Osmanlı öncesi Ortadoğu’daki ile birçok benzerliğe sahipti. İki bölgede de zor gücü üzerinde tekele sahip etkili bir monoteist ruhban sınıf ve hükümdar vardı.

Avrupa’da bu kurumsal çerçeve İmparator Konstantin’in 312’de Hıristiyanlığa geçmesi sonrası yükseldi. Bunu takiben imparator, piskoposları ve diğer üst kademe dini makamları atama yetkisini elinde tutarak Kilisenin başı haline geldi. Dikkat çekici şekilde, ilk Hıristiyan imparator monoteizmin halk desteğini sağlamadaki benzersiz faydasını fark etmiş görünüyor. Tek tanrıcılığın yükselişinin dini otoritelere “muazzam bir güç” sağladığını belirten bilim insanları bu çıkarımı destekleyen bulgular elde ettiler.[3]

Tek tanrıcılığın yükselişi pagan seleflerine kıyasla dini önderlere artan siyasal güç sağlamasına rağmen, İmparatorun askeri güçler üzerindeki kontrolünü sürdürmesi, “sezaropapacı” [askeri ve dinsel güçlerin birleşimi, ÇN] bir denkleme yol açtı. Bu denklemde, imparator üst kademedeki görevlileri atıyor ve bunların taleplerini, isyanı önlemek için gerektiği ölçüde yerine getiriyordu (Drake 2007, s. 414).

Dini önderler siyasal güçlerini kentsel kurumlar üzerinde kontrol sağlamak ve bunları kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için kullanıyorlardı. Örneğin geç Roma İmparatorluğu’nda piskoposlar kentsel kurumlar üzerinde hakimiyet kurdular ve “şehirler giderek Hıristiyanlaştığından şehirlerinin sözcüleri haline geldiler ve Hıristiyan toplumun en yüksek temsilcisi ve sivil hayatın önde geleni rolleri birleşti.” Bu piskoposlardan birçoğu konumlarını varlıklarını artırmak için kullandılar (Rapp 2005, ss. 7, 211-219, 289).

Dini önderlerin siyasal gücü arttıkça, ekonomik güçleri de kıra kadar yayılmış görünüyor. Birçok kişi, mallarını müsadereden korumak veya mirasçılar arasında parçalanmasını önlemek için topraklarını dini önderlere emanet ediyordu. Genel olarak, bireyler, toprak üzerindeki mülkiyet hakkını bağışçının ve mirasçılarının getirinin bir kısmı üzerinde kontrolü (tarımsal üretimden pay almak gibi) karşılığında dini önderlere vermiş görünüyor. Dini önderlerin siyasal gücü, “bağışçının bir mülkü siyasal düşmanlarının veya aç gözlü akrabalarının elinin uzanamayacağı şekilde bir azizin manevi patronajı altına sokabilmesi, […] artık mirasçılar arasında bölünmesinin veya düşmanlar tarafından zorla el konulmasının söz konusu olmaması” anlamına geliyordu. Dini önderler bu arazilerden ciddi gelirler elde etmiş görünüyorlar. Erken Ortaçağ Fransa’sında tüm toprakların yüzde %50 kadarının bu şekilde elde tutulduğu tahmin ediliyor (Innes 2000, ss. 41-42).

İslami Ortadoğu’da benzer bir denklem İslami fetihlerin birkaç yüzyıl ertesinde ortaya çıktı. Siyasal liderler askeri destek üzerinde tekel sürdürdüler. Monoteist dini önderler ise popüler koordinasyon ağları üzerindeki kontrollerini kullanarak askeri seçkinlerden tavizler kopardılar (Lapidus 1984, ss. 190-191; Chaney 2011). Avrupa’da olduğu gibi, dini önderler şehirlerinin sözcüleri olarak ortaya çıktılar (Bulliet 1972, Lapidus 1984). Bu dini önderler aynı zamanda kentsel kurumların gelişimini de etkilediler ve mülkün koruyucusu rolleri ile gelir elde ettiler (Amin 1980, Kuran 2011).

  1. Avrupa’da Askeri Şoklar ve Güçler Ayrılığı

Tarihçiler Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da sona ermesini formaliten fazla bir şey saymasa da 5. yüzyıldaki Cermen akınlarının Avrupa’daki “klasik” siyasal denklemi büyük ölçüde değiştiren bir dizi askeri şokun başlangıcı olduğu konusunda genel bir kabul vardır. Örneğin Marc Bloch (1961, s. xviii), bu denklemin ilki 5. yüzyılın Cermen akınları, ikincisi ise 7. ve 8. yüzyılların Müslüman fetihleri olmak üzere iki kapsamlı halk hareketi ile bozulduğunu belirtir.

Bilim insanları bu ve diğer şokların, askeri liderlerin hükümdar karşısında aşamalı olarak özerklik elde ettiği Karolenj kurumsal denkleminin ortaya çıkışındaki önemini vurguladılar (Pirenne 1980 [1939]; Ullman 1969, s. 111). Bu tarihsel anlatı, bu askeri şokların hükümdarın konumunu hem mali hem de askeri olarak zayıflattığını vurguluyor. Bu, başlangıçta hükümdarın, [hizmetlerine] karşılık olarak askeri güçlerine toprak vermesine yol açtı. Ancak bu şokların uzun süreye yayılan etkileri, askeri güçlerin merkezi otoriteden giderek artan şekilde bağımsızlaşması ve nihayetinde bağımsız bir çıkar grubu olarak ortaya çıkması anlamına geliyordu. Bu grubun ortaya çıkışı, aristokrasi, ruhban sınıf ve hükümdar arasında benzersiz bir Avrupai güçler ayrılığına yol açtı.[4] Bu tarihsel anlatıda, hükümdar toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkmasını önlemek isterdi. Ancak Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü takip eden bir dizi askeri şok bunu yapmasına engel oldu.

Blaydes ve Chaney’deki (2011) ön sonuçlar, bu tarihsel anlatıya ampirik destek sunuyor. Avrupa ve Ortadoğu’da 3000’in üzerinde hükümdarın hüküm sürelerini kullanarak 12. yüzyıl itibariyle Avrupa’daki hükümdarların Ortadoğu’daki hükümdarlardan daha uzun süre iktidarda kaldığını gösteriyorlar. Ek olarak, bu artan siyasal istikrarın hükümdar üzerindeki artan kısıtlamalarla bağlantılı olduğuna dair bulgular da sunuyorlar. Belki de paradoksal şekilde, hükümdar üzerinde daha fazla kısıtlamanın daha uzun hüküm sürmeyi ve daha fazla siyasal istikrarı mümkün kıldığını gösteriyorlar. Öte yandan Blaydes ve Chaney (2011), trend kırılma algoritmaları kullanarak bu siyasal ayrışmanın kökenini 8 ve 9. yüzyıllar arası bir noktaya yerleştiriyor. Bu yüzyıllar bazı bilim insanlarının ordunun bağımsız bir çıkar grubu olarak yükselmeye başladığını gösterdikleri döneme denk düşünüyor (Pirenne 1980 [1939]; Ullmann 1969, ss. 111-134).

  1. Güçler Ayrılığının Kurumsal Etkileri

Bulgular, Ortaçağ Avrupa’sındaki kurumsal değişimlerin bu güçler ayrılığı ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. Yakın tarihli bir makalede van Zanden (tarih yok, s. 30), bu iktidar parçalanmasının Ortaçağ kurumsal yenilenmesini kolaylaştırmada önemli bir rol oynamış olabileceğini belirtiyor. “MS 950 ile 1300 arasında ortaya çıkan iktidar boşluğunun epeyce geniş bir deneme alanı açtığını ve bunun Batı Avrupa’ya bu denli has olan bu ani ‘kurumsal araçlar dalgasının’ neden ortaya çıktığını açıklamaya yardımcı olabileceğini” vurguluyor.

Bu tarihsel kayıt, söz konusu iddialarla örtüşüyor. Bu bulgular, bağımsız bir iktidar zeminine sahip bir toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkışının, ruhban sınıfın üyeleri, aristokrasi ve hükümdar arasında rekabete ve zaman zaman da açık bir çatışmaya yol açtığını gösteriyor. Bu iktidar parçalanması, kurumsal yenilikçilerin kendi hesaplarına ulaşmak için bir grubu diğerine karşı kullanmasına olanak sağladı.

Avrupa’da kentsel kurumların evrimi bu sürecin dikkat çekici bir gösterimini sağlıyor. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü takiben, bu şehirler ağırlıklı olarak dini makamlar tarafından kontrol ediliyordu (Pirenne 1946 [1925], ss. 60-69). Ancak hükümdar toprak sahibi askerler üzerindeki kontrolünü yitirmiş olduğundan, ticaret seçkinleri soyluların, ruhban sınıfın ve hükümdarın çatışan çıkarlarını daha fazla bağımsızlık elde etmek için kullanmış görünüyorlar.

Tanınmış bir Belçikalı tarihçi olan Henri Pirenne (1946 [1925]), tüccarların (burgerler, yani kentliler) soylular, hükümdar ve kilise arasındaki çatışmaları kendi çıkarları için nasıl kullandıklarını anlatıyor. Pirenne’nin bir pasajı, piskoposların, soyluların ve hükümdarın çatışan çıkarlarının, özerk kentsel kurumların ortaya çıkışına nasıl siyasal alan yarattığını açık şekilde gösteriyor:

Piskoposlar kendi yönetimlerini kendi tebaalarının taleplerine karşı korumak ve onları otoriter, patriarkal bir rejim altında tutmak zorundaydılar […] piskoposlar, arasında yaşadıkları burgerlerin özerkliğinin kendilerine yaratacağı zorluklardan korkmakta haklıydılar […] Bu, yanlış anlamalara, çatışmalara ve kısa süre içinde de açık düşmanlığa neden oldu […] Soyluların tahrikte payı olduğu kesin, çünkü bu gerilim onlara episkopal egemenliği sarsma fırsatı veriyordu ve onları burgerlerle ortak bir noktada birleştiriyordu […] Burgerleri desteklemek kesinlikle monarşinin çıkarınaydı. Doğallığında, mümkün olan her durumda onlara yardım ettiler çünkü kendi lortlarına kafa tutan burgerler, nereden bakılırsa bakılsın, kraliyet ayrıcalıklarının çıkarına savaşıyordu (Pirenne 1946 [1925], ss. 173-180).

Pirenne, ruhban sınıf, soylular ve hükümdar arasındaki çıkar çatışmasının tüccarların daha fazla bağımsızlık kazanmasına yardım ettiğini gösteriyor. Bu gruplar arasındaki ittifaklar değişse de, bulgular tüccarların hükümdarla (veya yerel aristokrasi ile) kendi şehirlerinin piskoposuna karşı ittifaka girebilmesinin, özerk kentsel kurumların ortaya çıkışının anahtarı olduğunu gösteriyor (örnekler ve daha detaylı bir tartışma için bkz. Pirenne 1946 [1925], bölüm 7).

Tüccar sınıfları kentsel bağımsızlık arayışına öncülük ettiğinden, kendi çıkarlarına hizmet eden kentsel kurumlar şekillendirdiler (Pirenne 1946 [1925], ss. 169-171). Bu tüccarların yukarıda anlatılan güçler ayrılığı sayesinde sahip oldukları anormal seviyelerdeki siyasal güç, bilim insanlarının Ortaçağ kentsel kurumlarının uzun vadede ticaretin gelişimine neden anormal şekilde faydalı olduğunu bulduğunun makul bir açıklamasını sunuyor. Bu ticaret dostu kurumlar, siyasal gücü elinde tutan ve kentsel kurumsal çerçeveyi şekillendiren tüccar sınıflarına yaradı.

Harold Berman, güçler ayrılığının, Avrupa şehirlerine daha büyük özerklik sağlamanın yanı sıra, hukuk sistemi üzerindeki hayırlı etkilerini de not ediyor. Berman (1983, s. 10) soyluluk, şehirler ve ruhban sınıfı tarafından kontrol edilen bölgelerde muhtelif yargısal yetki alanlarının mevcudiyetinin bir özgürlük kaynağı sağladığını belirtiyor:

Bir serf kasaba mahkemesine koşup efendisine karşı koruma talep edebiliyordu. Bir tebaa kralın mahkemesine koşup lorduna karşı koruma isteyebiliyordu. Bir ruhban kilise mahkemesine koşup krala karşı koruma talep edebiliyordu.

Yargısal yetki alanları arasında böyle bir rekabeti cesaretlendirerek, güçler ayrılığının daha eşitlikçi bir hukuk sisteminin gelişmesine yardımcı olduğunu söylemek akla yatkın görünüyor.

Tarihsel bulgular aynı zamanda, güçler ayrılığının Katolik Kilisesi’nin kurumsal bir yapıya sahip bağımsız bir kurum olarak aşamalı olarak yükselişini sağladığını da gösteriyor. Yukarıda belirtildiği üzere, toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkışı öncesinde, dini önderler siyasal liderler tarafından atanıyor ve görevden alınıyordu. Bu “klasik” çerçevede papa, Roma dışında olup bitenler üzerinde çok az kontrolü olan prestijli bir piskopostan fazlası değildi (Tellenbach 1993, ss. 70, 304-305). Ancak toprak sahibi aristokrasinin yükselişi, dini seçkinler için hem yeni zorluklar hem de yeni fırsatlar yarattı. Bir yanda hükümdarın zayıflaması sıkça bu dini seçkinleri en önemli tarihsel korunma kaynaklarından mahrum bırakırken, diğer yanda toprak sahibi aristokrasinin yükselişi dini seçkinlere yeni bir potansiyel müttefik sağladı. Tarihsel bulgular, hem hükümdarın dini önderleri koruma kabiliyetindeki eksilmenin hem de ruhban sınıfın aristokrasi ile ittifaklar kurabilme kabiliyetinin, papanın merkezi olduğu hiyerarşik ve kurumsal bir yapının ortaya çıkışında önemli bir rol oynadığını gösteriyor (Tellenbach 1993, ss. 223, 224, 230).

Avrupa parlamentoları hükümdar, toprak sahibi aristokrasi ve dini seçkinler arasındaki güçler ayrılığından da kaynak almış olabilir. Avrupa parlamentoları konusundaki seçkin bilim insanlarından olan Otto Hintze, toprak sahibi aristokrasiye ek olarak Katolik Kilisesi’nin mevcudiyetinin Ortaçağ parlamentolarının ortaya çıkışındaki önemini vurguluyor. Parlamentoların yükselişinin ancak “Kilise kendisini koruyucu seküler iktidara patrimonyal ve feodal bağımlılıktan özgürleştirebildiğinde” gerçekleştiğini belirtmektedir (Hintze 1975, s. 317). Benzer şekilde, Tierney (1973, s. 133) parlamentoların yükselişinin kısmen “dini ve seküler şeklinde karmaşık iç bağlantılara sahip ama nihayetinde farklı amaçlara dayalı, sıkça birbiri ile çatışma halinde, her biri sürekli olarak bir diğerinin iktidarını sınırlayan iki hükümet yapısının var olmasına bağlanabileceğini” söylemektedir.

Güçler ayrılığının parlamentoların ortaya çıkışına tam olarak yol açtığı süreç daha fazla araştırma gerektiren bir alan olmayı sürdürse de parlamentoların –en azından kısmen– çıkarları çatışan gruplar arasında (hükümdar, ruhban sınıf, toprak sahibi aristokrasi ve şehirler) pazarlık için bir forum olarak ortaya çıkmış olduğu akla yatkın görünüyor. Bu noktanın altı Graves’te (2001, ss. 25-26, vurgular eklenmiştir) şöyle çizilmekte:

Ortaçağ krallarının tavsiyeye ve yardıma ihtiyaç duyduklarında, birinci zümre ruhban sınıfa ve ikinci, soylu, zümresine dönmesi doğaldı. Bunlar büyük bir yerel otoriteye sahip olan adamlardı […] Meclislerin, genellikle zengin şehir ve kasabalardan oluşan üçüncü zümreyi veya en azından bunların temsilcilerini içerecek şekilde genişletildiği de vakidir çünkü bunlar önemli ve artan bir vergi geliri kaynağı teşkil ediyorlardı.

Güçler ayrılığı öncesinde hiçbir formel pazarlık forumuna gerek yoktu çünkü ruhban sınıf ve (bağımlı bir ordunun başı konumunda olan) hükümdar kendi aralarında anlaşmaya varabiliyordu.

  1. Köle Orduları: Ortadoğu’da Güçler Ayrılığının Savuşturulması

Ortadoğu’da böyle bir güçler ayrılığı gerçekleşmedi. Bunun yerine hükümdarlar köle ordularını (memlukler) toprak sahibi aristokrasinin ve Avrupa tarzı bir güçler ayrılığının ortaya çıkmasını önlemek için kullandılar (bu ordulara genel bir bakış için bkz. Crone 1999). Sonuç olarak, Ortadoğu “klasik” denklemin içinde kalmaya devam etti ve hükümdar dini önderlerle ittifakı sürdürdü. Bu iki grup, kendi çıkarlarına aykırı kurumsal yenilenmeleri engellemek için birlikte çalıştılar.

Köle ordularının İslam dünyasındaki yaygın kullanımı tarihçileri uzundur şaşırtmaktadır. Örneğin Daniel Pipes, köle ordularının kullanılmasının “İslam ile hiçbir dini, hukuki veya kurumsal bağlantısı olmadığı” gerçeğine rağmen, bu köle ordularının kullanımının “yaygın” olduğunu ve “İslamiyet dışında büyük oranda görülmediğini” belirtmektedir (Pipes 1981, s. xv). Yukarıda anlatılan Avrupa denklemi ile karşılaştırmak, İslam dünyasındaki hükümdarların, bağımsız bir toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkmasının ve bunun beraberinde getireceği, hükümdarın gücü üzerinde Avrupa tarzı kısıtlamaları alt etmek için köle orduları geliştirmiş olabileceğini gösteriyor (Blaydes ve Chaney 2011).

Mevcut bilimsel çalışmalar, İslam dünyasında köle ordularının yükselişi konusunda bu açıklama ile örtüşüyor. Önde gelen bir İslam tarihçisi olan Patricia Crone (2005, s. 88), [Abbasi hükümdarı, ÇN] el Mutasım döneminde (MS 833-842) köle ordularının ortaya çıkışını, “çoğu Türk kökenli olan azat edilmiş kölelerden, kendisini ister askeri ister sivil olsun diğer güç sahiplerinden (dini önderler gibi) bağımsız kılacağını umut ettiği bir maiyet oluşturarak iktidarının temellerini onarmaya” dönük bir girişim olarak görür. M.A. Cook (1976, s. 7) benzer şekilde, köle ordularının 9. yüzyılda “İslam toplumunun aristokrasi kategorisini uysallaştırma konusundaki başarısızlığına bir yanıt olarak” geliştiğini not eder.

Crone (1999, s. 326), Avrupalı hükümdarların neden İslam dünyasının yolundan gitmediğinin, 3. bölümde Avrupa’da toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkışı için verilen açıklama ile tutarlı bir açıklamasını sunar. Crone, Avrupalı hükümdarlar (örn. Şarlman) toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkmasını engellemek istese de yukarıda açıklanan bir dizi askeri ve mali şokun onları bunu yapmaktan alıkoyduğunu öne sürmektedir. Bu anlatı aynı zamanda, hükümdar üzerindeki kısıtlamalar Avrupa’da 9. yüzyıldan 15. yüzyıla dek aşamalı olarak artarken İslam dünyasında hükümdar üzerindeki kısıtlamaların aşağı yukarı sabit kaldığını gösteren Blaydes ve Chaney’in (2011) sunduğu ampirik bulgularla da tutarlıdır.

İslam dünyasındaki hükümdarların, Avrupa tarzı bir güçler ayrılığından kaçınmak için bir köle orduları sistemi geliştirdiğini iddia etmiştim. Bu açıklama tarihsel bulgularla örtüşse de diğer tek tanrılı dünya uygarlıklarının (Bizans gibi), toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkışını ve güçler ayrılığını köle orduları kullanmaksızın engellemiş olduğunu belirtmek gereklidir. Sonuç olarak, köle ordularının kullanımı toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkışını engellemeye dönük yeterli bir tedbir iken, illa ki gerekli olmuş görünmemektedir.[5]

  1. Ortadoğu’da Köle Ordularının Kurumsal Etkileri

Köle ordularının kullanımı, Ortadoğu’da toprak sahibi aristokrasinin ve Avrupa tarzı bir güçler ayrılığının ortaya çıkmasına köstek oldu. Tarihsel bulgular bunun “klasik” kurumsal çerçevenin sürüp gitmesini sağladığını gösteriyor.

Yukarıda belirtildiği üzere, hükümdar ve onun memlukleri (köle orduları), toplumun gündelik işleyişini düzenleyen kurumların gelişmesini büyük oranda dini seçkinlere (ulema) bırakmış görünüyor.[6] Bu dini önderlerin en yüksek rütbelileri, askeri hükümdarlar tarafından atanıyordu ve halk üzerindeki nüfuzlarını askeri liderleri kısıtlamak için kullanmış görünüyorlar (bunu yapabilme becerileri farklılık gösterse de; bkz. Chaney 2011). Dini önderler bu (halktan alınan) siyasal nüfuzu kendi çıkarlarına hizmet eden bir kurumsal çerçeve geliştirmek için kullandılar.

Güçler ayrılığının olmayışı hem hükümdarların hem de dini önderlerin kurumsal yenilenmeye direnmeyi çıkarlarına uygun gördüğü anlamına geliyordu. Önde gelen bir Ortaçağ Mısır tarihçisi olan Ira Lapidus, askeri ve dini önderlerin, Avrupa’da gerçekleşenler gibi kurumsal değişimlere ön ayak olabilecek işçi birliklerinin ortaya çıkışını engellemek için birlikte nasıl çalıştıklarının net bir açıklamasını sunuyor:

Ortaçağ Mısır’ında hem askeri hem de dini liderler bağımsız zanaatkar ve işçi birliklerine kesin şekilde karşı çıkıyordu ve mevcutsa, kendi üyelerinin çıkarları adına siyasal eyleme ve direnişe başvurabilecek böyle eğilimleri bastırmaya yönelik güçlü bir eğilim sergiliyorlardı. Böylesi birliklerin gelişmesini engellemek ordunun doğal bir eğilimi idi. Bunlar dini önderlerin öğretilerine ve otoritesine karşı örtülü bir muhalefet yaratabileceklerinden, dini önderler de böyle birliklere karşıydılar (Lapidus 1984, ss. 103-104).

Lapidus’un analizi, bunlar kendi rant kaynaklarını tehdit edeceğinden dini ve askeri liderlerin kurumsal organizasyonların ve işçi birliklerinin ortaya çıkışına direndiklerini gösteriyor.

Avrupa’da kurumlarının yukarıda genel çerçevesi verilen tarihsel evrimi, bu analizin geçerliliğini ortaya koyuyor. Yukarıda belirtildiği üzere, Avrupa’da piskoposlar bağımsız şehirlerin ve diğer organizasyonların ortaya çıkışına direnmiş ama mali ve askeri olarak zayıflamış olan hükümdarın desteğini sağlayamamış görünüyorlar. Bunun yerine hem hükümdar hem de dini önderler sıkça toprak sahibi aristokrasi ve/veya tüccar sınıfları ile birbirlerine karşı ittifaklar kurmuş görünüyorlar. Ortadoğu’da ise tüccarlar yalnızca dini seçkinlere veya hükümdara başvurabiliyorlardı. Bu ikisinin ise statüko değişimlerini desteklemek için bir nedenleri yoktu.

Bu anlatı, İslam hukuku tarafından desteklenen kurumların birçoğunun sürerliğinin en sonunda ekonomik büyüme ile azaldığını öne süren Timur Kuran’ın (2011) çalışmalarıyla örtüşüyor. O ve başka yazarlar Ortadoğu’daki denge kurumlarının birçoğunun dini önderlerin çıkarlarına hizmet ettiğini vurguladılar (örn. Amin 1980, s. 367; Kuran 2011, s. 130). Bu, bu kurumların yavaş değiştiğini çünkü bu düzenlemelerin devamında çıkarı olan dini önderlerin iktidarı elinde tuttuğunu göstermektedir.

Ortadoğu’daki hukuki sistemin organizasyonu da bu kavramsal çerçeve ile örtüşmektedir. Bu hukuk sistemi (i) Şeriat (dini önderlerin idaresinde) ve (ii) Mezalim mahkemeleri olarak bilinegelen (ordu idaresinde) iki dala ayrılmıştır. Bireyler teoride Şeriat mahkemelerinin hükümlerini temyiz için mezalim mahkemelerine gidebilse de ikisi arasında büyük oranda bir danışıklı dövüş olduğu görülmektedir (Nielsen 1985, s. 138). Yargı kararlarının bu şekilde koordine olmasını, siyasal olarak güçlü grupların sayısının sınırlı olması da kolaylaştırıyordu.

Son olarak, güçler ayrılığının olmayışı, Ortadoğu’da dini organizasyonların durumu ve parlamentolarının ortaya çıkmayışı açısından da çıkarımlar sunuyor. Dini önderler toprak sahibi aristokrasinin üyeleri ile ittifaklar kurma kabiliyetine sahip olmadığından, Avrupa’da yaşanana benzer bağımsız ve kurumsal bir dini yapının ortaya çıkması için çok az alan vardı. Benzer şekilde, yalnızca iki pazarlık grubunun olması, bu gruplar arasında uyuşmayı görece daha sorunsuz kıldı ve parlamenter kurumlara ihtiyacı gereksiz hale getirdi.

Kısacası, İslam dünyasında toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkışının ve bununla birlikte gelecek olan güçler ayrılığının yokluğu, Ortadoğu’da “klasik” kurumsal çerçevenin devamında önemli bir rol oynamış görünüyor. Avrupa’daki deneyim, Ortadoğu toprak sahibi aristokrasinin yükselişini görmüş olsa idi, bir güçler ayrılığının ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Bu ayrım, sonuçta, Avrupa tarzı büyümeyi artıran kurumların ortaya çıkmasını kolaylaştıracaktı.

  1. Sonuç

Batı Avrupa’da toprak sahibi aristokrasinin ortaya çıkışının kurumsal yenilenmeye olanak sağlayan bir siyasal ortamın oluşmasında önemli bir rol oynadığını öne sürmek için tarihsel bulguları ve süregiden çalışmamın çıkarımlarını kullandım. Bu çıkar grubunun yükselişi, aristokrasi, hükümdar ve siyasal nüfuza sahip monoteist ruhban sınıf arasında bir güçler ayrılığına yol açtı. Bu gruplar arasındaki rekabet gruplardan birinin kurumsal yenilenmeye direnme kabiliyetini zayıflattı.

Ortadoğu’da, hükümdarlar toprak sahibi aristokrasinin yükselişine ve bununla birlikte gelecek güçler ayrılığına köle ordularının kullanımı üzerinden köstek oldular. Sonuç olarak Ortadoğu dini önderlerin popüler koordinasyon ağları üzerinde tekelini sürdürdüğünü ve hükümdarın ise askeri gücü tekeline aldığı “klasik denklemin” içinde kaldı. Bu grupların siyasal gücünün kaynakları, uzun vadede ekonomik durgunluğa yol açmış olan bir kurumsal çerçevenin gelişmesine ve sonrasında devamına sebep oldu.

Analiz, çıkarları çatışan siyasal güç sahibi bir seçkinler çoğulluğunun ortaya çıkışının Ortaçağ Avrupa’sının benzersiz kurumsal çerçevesinin oluşumundaki önemini göstermektedir. Bu süreci daha iyi anlayabilmek, Avrupa’nın ekonomik mucizesinin kökeninde yattığına inanılan Ortaçağ Avrupa’sındaki kurumların ortaya çıkışına dair kavrayışımızı artırmakla mümkün olacaktır.

Referanslar

Acemoglu, D. ve J. A. Robinson. 2005. “The Rise of Europe: Atlantic Trade, Institutional Change, and Economic Growth.” American Economic Review, 95(3) 546-579.

Acemoglu, D. ve J. A. Robinson 2008. “Persistence of Power, Elites and Institutions.” American Economic Review, 98(1): 267-293.

Acemoglu, D., D. Ticchi ve A. Vindigni. 2010. “A Theory of Military Dictatorships.” American Economic Journal: Macroeconomics, 2(1): 1-42.

Amin, M. 1980. Al-Awqaf wa al-Hayat al-Ijtima’iya fi Misr. Cairo: Dar al-Nahda al-`Arabiyya.

Berman, H. 1983. Law and Revolution: the Formation of the Western Legal Tradition. Cambridge: Harvard University Press.

Bisson, T.N. 1994. “The “Feudal Revolution”.” Past & Present 142: 6-42.

Blaydes, L. ve E. Chaney. 2011. “The Feudal Revolution and Europe’s Rise: Institutional Divergence in the Christian and Muslim Worlds before 1500 CE.” Mimeo.

Bloch, M. 1961. Feudal Society: the Growth of Ties of Dependence. Chicago: The University of Chicago Press.

Bulliet, R. 1972. The Patricians of Nishapur: a Study in Medieval Islamic Social History. Cambridge: Harvard University Press.

Chaney, E. 2011. “Revolt on the Nile: Economic Shocks, Religion and Political Influence.” Mimeo.

Cook, M. A. 1976. Introduction. A History of the Ottoman Empire to 1730. Editörler, V. J. Parry, H. Inalcik, A.N. Kurat ve J.S. Bromley. Cambridge: Cambridge University Press.

Crone, P. 1999. The Early Islamic World. War and Society in the Ancient and Medieval Worlds. Editörler, K. Raaflaub ve N. Rosenstein. Cambridge: Harvard University Press.

Crone, P. 2005. Medieval Islamic Political Thought. Edinburgh: Edinburgh University Press.

DeLong, J. B. ve A. Shleifer 1993. “Princes and Merchants: European City Growth before the Industrial Revolution.” Journal of Law and Economics 36(2): 671-702.

Drake, H. A. 2007. “The Church, Society and Political Power.” Constantine to c. 600. Ed. Augustine Casiday ve Frederick W. Norris. Cambridge University Press, 2007.

[1] Harvard Üniversitesi, Ekonomi Bölümü.

[2] Bu makale boyunca Avrupa’yı, Elbe’nin batısındaki Batı Avrupa’nın veya Hıristiyan Avrupa’nın kısaltması, Ortadoğu’yu ise, İslam hanedanlıklarının hakimiyeti altında oldukları sürece Arap Dünyası, İber Yarımadası, Sicilya ve Türkiye olarak kullanıyorum. Batı Avrupa kurumsal düzeninin ekonomik önemi için, diğerlerinin yanı sıra North ve Weingast (1989), DeLong ve Sheifer (1993) ve Acemoğlu ve Robinson’un (2005) geniş literatürüne bakılabilir.

[3] Bu tarihsel bulgular bu gücün kısmen dini önderlerin ayaklanmaları kışkırtabilme becerisinden geldiğini gösteriyor (Drake 2007, ss.406, 412, 414).

[4] Bu süreç, Karolenj İmparatorluğu’nun kale kumandanlıklarına (“castellanies”) parçalandığı geç 10. ve erken 11. yüzyılda gerçekleşen bir dolu siyasal değişimle zirvesine ulaşmış görünüyor (detaylı bir tartışma için bkz. Bisson 1994).

[5] Ancak, kölelerin böylesi kullanımının, hükümdar ile ordu arasındaki klasik “asıl-vekil” sorunlarına çözüm getirmiş olduğu görülüyor (bu sorunlar üzerine bir tartışma için bkz. Acemoğlu vd. 2010).

[6] Örneğin bkz. Lapidus (1984, ss.113-115)




Kaynak: Dünyadan Çeviri:Serap Güneş

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1095 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI