Bugun...



Branko Milanovic yazdı:sömürgeciliğin Avrupa’ya uygulanışıydı

Irksal hiyerarşiler oluşturmak, soyarıtımına inanmak, “aşağı ırkların” ölümüne kayıtsız olmak, zorla çalıştırmaya dayalı bir sistem kurmak, üretim kotalarını doldurmayan insanları kurşuna dizmek veya uzuvlarını kesmek çok da yeni şeyler değildi. Nazizm, klasik Avrupa sömürgeciliğinin Avrupa’ya uygulanışıydı.

facebook-paylas
Tarih: 29-08-2017 22:24

Branko Milanovic yazdı:sömürgeciliğin Avrupa’ya uygulanışıydı

Nazizm sömürgeciliğin Avrupa’ya uygulanışıydı: Mazower’in “Hitler’s Empire” (Hitler’in İmparatorluğu) kitabı 

 

Branko Milanovic

 

Irksal hiyerarşiler oluşturmak, soyarıtımına inanmak, “aşağı ırkların” ölümüne kayıtsız olmak, zorla çalıştırmaya dayalı bir sistem kurmak, üretim kotalarını doldurmayan insanları kurşuna dizmek veya uzuvlarını kesmek çok da yeni şeyler değildi. Nazizm, klasik Avrupa sömürgeciliğinin Avrupa’ya uygulanışıydı.
Mark Mazower’in “Hitler’s Empire: How the Nazis ruled Europe” (Hitler’in İmparatorluğu: Naziler Avrupa’ya nasıl hükmetti) kitabı, konusuna hâkim bir çalışma.

Tatilde okudum ve tatilinizi berbat etmek istemiyorsanız sahile yanınızda götürmenizi önermem. Ama böyle bir şey yaparsanız, kitabı bir daha elinizden bırakamazsınız ve sanırım bu sadece tatille de sınırlı kalmaz.

Bu yaz Adam Tooze’nin “The deluge” (Tufan) kitabı ile Mazower’in kitabını neredeyse arka arkaya okudum. İlki 1916-31 arası dönemi, ikincisi 1936-45 arasında Avrupa’daki Nazi hakimiyeti dönemini anlatıyor. Birbirlerinin devamı olarak okunabilirler ama çok farklı kitaplar. Tooze’ninki, samimi ya da yapmacıklı idealizmin muhafazakarlık ve militarizmle mücadele ettiği iyimser bir kitap (1. Dünya Savaşı ve Rus İç Savaşı’nın tüm kıyımına rağmen). Daha önce de yazdığım gibi, liberal demokrasinin fos çıkan (ama yine de bir vaat olan) vaatlerine yönelik vurgu, kitabın büyük kısmında devam eden bir tema. Mazower’inki ise kapkaranlık bir kitap ve bunun sebebi sadece konusunun çok daha meşum olması değil. Daha kasvetli bir tonu var. Biteviye kötülük hakkında bir kitap. Cinayet, ihanet, katliam, misilleme, köy yakmalar, fetihler ve imhanın sürekli birikimi, iç karartmasına rağmen okutuyor kitabı. Avrupa, Mazower’in kitabının adı gibi, gerçekten de karanlık bir kıta o dönem.

Burada, Mazower’in kitabının, akış boyunca örtük olarak işlenen ve ancak sonuç bölümünde, o da ihtiyatlı bir şekilde dillendirilen bir başka yönünü ele almak istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’nın dünya tarihi içindeki yerini… Geleneksel görüş, İkinci Dünya Savaşı’nın Birinci’nin devamı olarak görülmesi gerektiği. Birinci Dünya Savaşı emperyalistler arası rekabetin sonucu iken, İkinci Dünya Savaşı, Birinci’nin sonunda dayatılan ve neresinden tutulsa elde kalan anlaşmaların ve savaşın gerçekte nasıl sona erdiğine dair yorum farklarının (bir ateşkes miydi yoksa koşulsuz teslimiyet mi) sonucu idi.

Ama bu yorum (belki de) hatalı çünkü 2. Dünya Savaşı’nın en ayırt edici özelliğini hesaba katmıyor, yani bunun (Yahudi Soykırımı dahil) Doğu’da sürdürülmüş bir imha savaşı olması. Dolayısıyla, Mazower’in 2. Dünya Savaşı’nı çok daha uzun bir Avrupa emperyalizmi bağlamına oturtması mantıklı.

Nazi politikalarının “ırk” üstünlüğü, ülkelerin sömürgeleştirilmesi ve etnik grupların bilinçli imhası gibi kilit politikaları, 15. yüzyıl itibariyle var olan şekliyle Avrupa sömürgeciliğinin aşırı ve hatta ölçüsüz bir formu olarak anlaşılamaz. Sovyet Rusya’yı Afrika veya yerli Amerikalıların kıtası olarak düşünürsek (ki Naziler öyle görüyordu), Nazilerin kitlesel imha ve (daha liberal olarak da) Rusya düzlüklerine yayılan tarım şehirlerindeki Alman aristokrasisine işgücü sağlamaya yönelik Slav nüfusu köleleştirme politikaları, yüzlerce yıl önce Potosi madenlerinde, Kongo’da, Birleşik Devletler’in savaş öncesi güneyinde, Hollanda Java’sında ve hatta Alman hakimiyetindeki Namibya’da olan bitenden çok da farklı görülemez.

Birbirlerinden etnik ve ırksal olarak farklı, aralarında hiçbir etkileşim olmayan ve birinin diğerini açıkça sömürdüğü iki ayrı toplumsal sınıfın yaratılması, tam olarak Avrupa sömürgeciliğinin dünyanın geri kalanına yaptığı şey. Kitabın sonunda alıntılanan Aimė Cėsaire’ın da yazdığı gibi, “Nazizm sömürgeciliğin Avrupa’ya uygulanışıdır.”

Ancak Naziler için bu fetih ve hakimiyet rüyasını hayata geçirmeyi gerçek dışı hale getiren bazı farklar da vardı.

“Efendi” sınıf ile Untermenschen (alt insan) arasındaki teknolojik ve askeri fark çok daha azdı ve savaşın sonuna gelinirken askeri alanda tersine bile döndü. 1942 itibariyle, Almanların işgal ettikleri Avrupa’daki tüm o fabrikalarına rağmen, Sovyetler Birliği Almanya’dan daha fazla uçak ve tank üretiyordu. Teknolojik fark da Almanların düşündüğünden ve Avrupalı fetihçiler ile Afrika veya Amerika kıtalarının halkları arasında objektif olarak mevcut olandan çok daha azdı. İspanyolların veya İngilizlerin ufacık işgal güçleri, sahip oldukları muazzam askeri üstünlük sayesinde devasa toprakları fethedebildiler ve birçok halka hâkim olabildiler. Ama Avrupa’da durum bu değildi. Yani, iki grup arasındaki teknolojik (askeri) uçurum küçük olduğunda, birinin diğerini toptan imhası imkânsız.

Naziler bunu göremeyecek kadar kördüler, sadece Rusya’nın teknolojik gelişmişliğini yanlış değerlendirdikleri için değil, alt sınıfların “efendilere” başkaldırabileceği ihtimalinin akıllarından dahi geçmesini imkânsız kılan katı bir ırksal hiyerarşiye inandıkları için. Kendi yarattıkları ırksal hiyerarşinin katılığı onları gerçeğe körleştirdi.

Nazilerle klasik Avrupa emperyalizmi arasındaki ikinci fark, ırksal hiyerarşinin en uç noktasına kadar zorlanmasını ve etnik grupların bütün olarak imhasına (Soykırıma) girişilmesini getiren motivasyonun elitlerin ekonomik çıkarları olmayıp bunun dışında gerçekleşmesi idi. Mazower, hem Avrupa’daki fabrikalarda hem de Polonya, Ukrayna ve Belarus’taki işgal topraklarındaki tarlalarda daha fazla angarya işe (zorla çalıştırmaya) yönelik ekonomik ihtiyaçlar ile “aşağı ırkları” yok etmeye dönük ideolojik motivasyonlu itki arasında Nazi hakimiyeti boyunca sürmüş olan gerilimi çok açık ortaya koyuyor. Askeri ve sivil yönetimler birinci yaklaşımı tercih ederken (öldüresiye çalıştırarak sömürmek), SS ikincisini (dümdüz imhayı) tercih ediyordu. Ekonomik çıkarları dikkate almayan hatta zıt giden bu düz kafalı imha uğraşı, Avrupa sömürgeciliğinde olan bir şey değildi.

Irksal hiyerarşiler o kadar katıydı ki, aynı Nazi liderleri bir grubun imhası yerine zorla çalıştırılmasını savunurken, bir diğer grup için tam tersini savunabiliyordu. İşgalden geri kalan Polonya’nın Genel Hükümeti’nin valisi olan ve tahıl dağıtımı için ihtiyaç duyduğundan Polonyalıları rastgele öldürülmekten korumaya çalışan ama mümkün olduğunca çok Yahudi öldürmeye istekli Hans Frank örneğinde durum böyleydi mesela. (Ama o bile binlerce “yeni” Yahudi’nin kendi bölgesine gönderilmesine ayak diredi çünkü “ölüm kampları” çoktan tam kapasite ile çalışıyordu.)

Avrupa’ya uygulanmış hali ile sömürgeciliği başka yerlerdeki sömürgecilikten farklı kılmış olabilecek şey, imhaya yönelik bu dehşetli ve ekonomik ve siyasi açıdan irrasyonel itkidir. Ama ırksal hiyerarşiler oluşturmak, soyarıtımına inanmak, “aşağı ırkların” ölümüne kayıtsız olmak, zorla çalıştırmaya dayalı bir sistem kurmak, üretim kotalarını doldurmayan insanları kurşuna dizmek veya uzuvlarını kesmek [klasik Avrupa sömürgeciliğinin, örn. Belçika’nın Kongo’da yaptıkları, ÇN] çok da yeni şeyler değildi. Aimė Cėsaire haklı olabilir.

Kaynak: http://glineq.blogspot.com.tr/2017/07/colonialism-applied-to-europe-review-of.html?m=1




Kaynak: Dünyadan Çeviri-Serap Şen

Editör: yenidenATILIM

Bu haber 1084 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI